Güven Turan
Güven Turan 1943’te Sinop, Gerze’de doğdu, ortaöğrenimini Samsun’da Maarif Koleji’nde tamamladı. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi (1968). Aynı üniversitede yüksek lisans (1973) ve İngilizce okutmanlığı yaptı. 1976-1995 yıllarında İstanbul’da reklamcılık alanında çalıştı. Güven Turan, Dalyan ile 1979 Türk Dil Kurumu Roman Ödülü’nü, Düş Günler ile 1990 Yunus Nadi Yayımlanmış Öykü Kitabı Ödülü’nü, Bir Albümde Dört Mevsim ile 1991 Yunus Nadi Yayımlanmamış Şiir Kitabı Ödülü’nü, Cendere ile 2004 Altın Portakal Şiir Ödülü’nü kazandı. Yurtdışında, International Writing Program (ABD, 1980), British Council Cambridge Seminars (İngiltere, 1998), Voix de la Méditerranée (Fransa, 2002) gibi uluslararası etkinliklere katıldı. Kitapları: Şiir: Güneşler... Gölgeler... (1981), Peş (1982), Sevda Yorumları (1990), Bir Albümde Dört Mevsim (1991), İkaros’un Uçuşu (1993), Toplu Şiirler (1995), 101 Bir Dize (1996), Gizli Alanlar (1997), Görülen Kentler (1999), İz Sürmek (2001), Cendere (2003); Öykü: Düş Günler (1989); Roman: Dalyan (1978), Yalnız mısın? (1987), Soğuk Tüylü Martı (1992); Deneme-Eleştiri: Kendini Okumak (1987), Bakır Çalığı (1994) Yazıyla Yaşamak (1996); Çerçevenin Dışından (2004); Çeviri: Aşk ve İsyan (K. Rexroth’tan seçme şiirler, 1991), Sınırsızdır Şiir (M. Holub’dan seçme şiirler, 1993), Seçme Şiirler (L. Glück’ten, 1994), Seçme Şiirler (W. C. Williams’tan, 1995), Seçme Şiirler (H. D.’den, 1995), Demir Adam/Demir Kadın: T. Hughes (2001), Raşid’in Dürbünü (J. Mahjoub, 2003).
YKY'DEKİ KİTAPLARI
: Bakır Çalığı : Cendere : Çerçevenin Dışından : Çıkış : Gizli Alanlar : Görülen Kentler : İz Sürmek : Süregelen : Toplu Şiirler (1963-1993) / Güven Turan : Üçlü: Dalyan-Yalnız mısın?-Soğuk Tüylü Martı : Yazıyla Yaşamak Güven Turan'a şiir ödülü 04/03/2004 (160 kişi okudu) ANTALYA - 8. Akdeniz Altın Portakal Şiir Ödülü şair, eleştirmen, yazar Güven Turan'a verildi. Antalya Büyükşehir Belediyesi ve Antalya Kültür Sanat Vakfı'nın düzenlediği ödülü Turan 'Cendere' adlı çalışmasıyla almaya hak kazandı. Seçici kurul, Turan'a ödül verilmesinin sebebini 'şiir dilini yalınlaştırmada gösterdiği başarı, tek bir izleği farklı açılardan işlemesindeki ustalık ve kurduğu bütünsel şiir yapısının sağlamlığı' şeklinde açıkladı. Turan'a ödülü 21 Mart Dünya Şiir Günü'nde gerçekleştirilecek törende verilecek. (Kültür Sanat) Yalnızlıklardan içe 'çıkış'... | İLÜSTRASYON: YÜKSEL DOĞRU | 'Çıkış' dahil önceki dört kitabın da, temel izleği hep yalnızlık olmuştur. Bu yolculukta yalnızlıklar katlandıkça yollar da çatallaşacaktır 01/02/2008 (193 defa okundu) ORHAN KAHYAOĞLU (Arşivi) Edebiyat ve yazında dilin özgüllüğünü, ilk kez Güven Turan'ın ilk kitabı, Dalyan romanını okurken kavrayanlardandık. O güne kadar okuduğumuz romanların kurgu anlayışına, üslubuna, dili kavrayış biçimine ve olay örgüsüne hiç benzemiyordu bu romanın örgüsü. Sonraki yıllar, Turan'ı araştırıp izledikçe, onun başta şiir olmak üzere edebiyatın hemen her alanında, aynı özgünlük ve edebiyat tavrıyla ürünlerini ortaya çıkarışına şahit olduk. Şiir ve eleştiri yazıları, onu tanıdığımız yılların çok eskilerine uzanıyordu. Bu iki alana da 1962 yılında başlamış, özellikle bu iki alanda kendine özgü bir edebiyat tavrını alttan alta geliştirmişti. Ancak, özellikle şiiri, sonradan izleyince de gördüğümüz gibi, 1960'lar ve 1970'lerin şiir atmosferine, akımlarına ilgi göstermez bir mahiyetteydi. Kendine has bir izlenimciliğe denk gelen, söz sanatlarının abartılı büyüsüne hiç kapılmamış, doğa ve insan doğasının tüm sadelik ve dinginliğiyle varolan bir şiirdi bu. Bunda, eğitiminin de etkisiyle, Anglosakson şiirinin önemli bir payı olsa gerekti. Bu şiirin hakikiliği ısrarla hiç görülmedi mi, yoksa şair bilinçli olarak dönemin şiir atmosferinin özenle dışında mı durdu bilmem, ilk şiir kitabı, neredeyse ilk şiirini yayımlayışından tam yirmi yıl sonra, 1981'de çıkacaktı: Güneşler... Gölgeler... İlk şiir kitabından bu yana, şairin şiiri algılayış ve geliştirmesi noktasında köklü bir değişime aslında hiç rastlanmadı. İçinde yaşadığı toplumun ortak duyarga ve söylemlerinin sıkça dışında duran, dilin ve sözcüğün kendisini, devamlı sorun olarak düşünen, insan doğasındaki eğrilme ve bükülmeleri ilginç metaforlarla şiirleştiren bir şair çıkmıştı ortaya. abartılı imgelerden hep uzak durdu bu şiir. Sözcük tasarrufu belirginleşti. Ama, daha sonra, bunun, sözcük tasarrufunu aşan bir şiir tutumu olduğunun da farkına varacaktık. Önemli ve çekici olan, 'artistik' bir şiir tavrından özenle uzak durmasının yanında, tamamen kendinin olan bir şiiri kurmasıydı. Şiirin yenilenmesi Şairin, 1981'den 2003'e toplam on şiir kitabı yayımlandı. Şiirinin renklerinde, tonunda, algılanışında tabii ki birtakım değişimler yaşanmıştı. Özellikle de Gizli Alanlar adlı kitap, aynı şiirin yenilenmesi, biricikleşmesi çabasının açık göstergesiydi. Gitgide yalınlaşan, çıplaklaşan bir şiirdi bu. Bireyin durumları, ruh halleri, en önemlisi de doğası şiirde su yüzüne çıkmıştı. İnsan'ın, doğanın ve insan doğasının 'gizli alanlar'ında gezinen bir şairle başbaşaydık artık. Sözcük kadar, 'söz'ün büyüsü de kuşatmıştı bu şiiri. Doğanın yanında, şiirde yaratılan anlam dünyası da belirleyiciydi. Öte yandan, sözcüklerde bir minimumlaştırma çabası görülmekteydi. Sözcük ve dizeler arasındaki hem ses, hem de anlama dair boşluğu okur tamamlamak zorundaydı. Bu şairin kendine has bir giz dünyası oluşmuş; şairin doğası olsun, tanımladığı doğa olsun sözcük ve sözlerin arasında saklıydı. Belki her okur, bu şiiri apayrı çağrışım ve anlam dünyası için okuyacaktı. Nesneler de bu noktada, şiirde özel bir önem taşıyordu. İnsan doğasına en çok çarpan nesnelerin yarattığı giz oldu bu şiirde. Bu üçleme İz Sürmek ve Cendere kitaplarıyla tamamlanmıştı. Her yeni kitap, özellikle de Cendere, üçlünün son cümlesi olarak, doğa-insan doğası ikiliğinin tüm incelikleriyle bu kitaba seçkin biçimde yedirilmesi anlamına geliyordu. Güven Turan'ın şiir kitapları, yine de sık aralıklarla çıkmıştı. Ancak, Cendere'den bu yana, yaklaşık beş yıldır bir beklenti halindeydik. Nihayet, kısa süre önce, şairin Çıkış adlı yeni kitabı yayımlandı. Şairin duygusal olarak Cendere'de gerçekten bir cendereye girdiği, bir tür kayboluşun sancılarını yaşadığını kitabı bugün de okuduğumuzda sezinleyebiliyoruz. İnsanın, iç dünyasındaki yani doğasındaki cendereyle, içinde bulunduğu yolun hatta patikalar içinde kayboluşunun sonunda bir 'çıkış' bulması mı bu kitap, henüz kestiremiyoruz. Ama, şunu biliyoruz ki, şair, hâlâ Gizli Alanlar'ının dışına, ötesine henüz çıkamamış. Evet, bir tür 'dizi' gibi düşündüğümüz ve andığımız üç kitabın dördüncüsü durumunda Çıkış kitabı. Önceki kitaplardaki ilginç sürekliliğin bir 'çıkış' noktasına geldiğini düşünüyor şair. Bunu, kendi doğasında daha belirginleşen bir dinginleşme süreci olarak da düşünmek lazım. 'Yolculuk', açık veya kapalı yeni kitabın da temel izleklerinden biri. Öte yandan, hem gece, hem gündüz; yani hiç es verilmeden yapılan bir yolculuk. Şairin, çocukluğuyla yaşadığı bugün arasında da gizil bir yolculuğun incelikli olarak bu kitaba, bu tek şiire alttan alta işlendiği açıktır. Yaşam ve geçmiş sorgulandıkça bir çıkış yolu olamayacağının farkına varmalıdır şair. Ama, bize sorarsanız, çıkış henüz bir düş durumundadır. Ama, bu da önemli bir merhaledir. Çünkü, şair şimdiye kadar bunun da ayracına henüz varmamıştır. Belki biraz, bu kitapla birlikte. Çıkış dahil dört kitabın da, temel izleği hep yalnızlık olmuştur. Yalnızlıklar katlandıkça yollar da çatallaşacaktır. O zaman bu çatallı yolculuğun gitgide içselleşmesi kadar, dünyada da varolması gerekir. Yolculukta, Antartika, Ant Dağları ve çöller de imlenmektedir. Artık, dış dünyanın bir nebze daha farkına varılmaktadır. Bu varoluş, bir tür 'çıkış' olarak da umut edilebilmektedir kitapta. Doğa bir kez daha, yeniden keşfedilmeye başlanmıştır. Gizli Alanlar'da bir nebze de olsa bir açılışın, bir hedefin izlerine rastlanır. 'Kent'in, 'bahçe'nin, 'dağ'ın daha bir farkına varılmaktadır. Varlıkla yokluğun hep içinde, ara yollarında gezinen bir şiir belirmiştir Çıkış kitabında. Yaşam korkusuna karşı Şairin baştan beri korktuğu hep yaşamın kendisidir. Bu kitapta da öyle. Bunu azıcık da olsa yenme çabasına rastlanır kitap boyu. Gündelik hayat yine hiç yoktur. Ama, şairin, ona teğet geçme çabalarını Çıkış'ta hissetmemek mümkün değildir. Azıcık da olsa 'ben'ine varoluşuna açık bir sahip çıkış çabası, bir yol arayışı dikkat çekmektedir. Bu şairin, baştan beri, gecesi de gündüzü de karanlıklar aslında. Onu hep karanlık kılan dipteki yalnızlığıdır. Bu kitapta, azıcık da olsa dış dünyaya dair anlamlı göndermelere rastlanır. Turan, imgeci bir şiiri ısrarla yazmaz. İçindeki yolculuğu, daha çok izlenimci bir edayla şiirine taşır. Tutkunun tekrarından kaçar. Sözcüğün çağrışımı, çokanlamlılığı ve yarattığı ses her şeyin önüne geçer. Şiirde yer yer pastoral bir hava varmış gibi gelir. Ama, dikkatli okunduğunda direkt bağı olmadığı anlaşılır. Güven Turan Çıkış kitabıyla da, bir rafineleşmeden çok insanın doğası ve doğanın girift iç içeliğini, farklı düşünce biçimlerine yollar. Yalnız 'ses'te değil, düşüncedeki boşlukları da tamamlamaya iter okuru. Gerçeklik bu şiirde hep uzaklarda durur. Sadelikten çok saflığın, insanın hallerinin, iç dünyadaki patikaların izini sürer. Çıkış'ın henüz bir düşsel durum olduğunun şair ne kadar farkındadır bilinmez. Onun doğasındaki gizil patikaların kolay noktalanmayacağı açıktır. Böyle olmazsa, şairin, bu biricik şiirini kurması, çoğaltması ve sürdürmesi gerçekten zor olacaktır. Sözcükleri azaltmak ve ayıklamakla çözülecek bir mesele değildir bu. Şair de bunun farkına varsa gerektir. Dalyan romanıyla tanıdığımız bu şairin bırakın imgeyi, sembollerden bile özenle uzak durup, gizemli bir yalınlığa yolculuk halinde olduğunu söylemek gerekir. Çıkış'ı bu kitapla azıcık da olsa bulmuş olabilir. Ama, bu şiirle onun nereye çıktığı, çıkacağı hep soru işareti olmaya devam edecektir.
ÇIKIŞ Güven Turan, Yapı Kredi Yayınları, 2008, 58 sayfa, 4 YTL. Yanıt / Güven Turan
İçimdeki derinlik,
Engelliyor yaklaşmayı başkalarına
Hep uzaktan konuşuyorum
Benim başımı döndürenden
Neye borçluyum ürkmeyişini
Geçtiğin ya da takılıp kaldığın
Sevgilere mi
Yoksa seni de derinleştiren
Bilinmezliğine mi içinin
Yalnızlığı keşfetmiştik
Konuştuğumuzda
Birbirine doluyor
İki uçurum
Beklentiler / Güven Turan
Nereye kadar giderim
Durduğum yerde
Hep o soru var
Sevişmemde
Yediğim yemekte
Bir mektubun altına
Attığım imzada
Yıllar önce yaşanacak olandı
Bugüne ertelenen
Bugünden yarına
Ertelemeye devam ettiğim
Çatışmalar yaşamın kısa tanımı
Oysa
Durgunluk gelir
Fırtınadan önce.
ADLİ BİR HATA
Kaç kez vurulmuştu;
Yanılamazdı:
Öldürmektir Aşk.
Onun için elini
Tabancasına attığında
Bilmiyordu böyle biteceğini
Bu vukuatın:
Hâlâ yüreğini yokluyor
Duruşmasında.
| | Yazar Güven Turan: "Okuma göreceli olarak artıyor" CELAL UÇAR TORONTO- Türkiye'den gelen, Descant Edebiyat Dergisi Haziran Türkiye sayısı yazarlarından Güven Turan ve Cem Akaş ile söyleşi yapmak istedik. 4 günlük kısa bir süre için burada bulunan yazarlarımızdan Cem Akaş'ı programlarının doluluğu yüzünden otel odasında bulamadık. Güven Turan'ı yanımıza alıp By the Way Café'de haftasonu kahvaltısına gittik. 1943, Gerze doğumlu olan Güven Turan, Ankara Üniversitesi, İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunu ve aynı okulda asistan profesörlük yaptı. Çeşitli üniversitelerde hocalık ve bir süre reklam yazarlığı ve yaratıcı yönetmenlik yaptıktan sonra, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık'ta görev üstlendi. Şu anda Marmara ve Yeditepe üniversitelerinde ders veriyor. 1978'de Türk Dil Kurumu Ödülü alan Güven Turan'ın 'Dalyan' adlı romanı, yılın en çok satan kitapları arasına girdi. 'Güneşler... Gölgeler...' (1981), 'Peş' (1982), 'Yalnız mısın?' (1987), 'Soğuk Tüylü Martı' (1992) adlı romanları ve 'Kendini Okumak' (1987), gibi eleştiri, 'Düş Günler' (1990) Cumhuriyet Gazetesi Yunus Nadi Ödüllü kısa hikâye kitabı, 'Sevda Yorumları' (1990) ve 'Bir Albümde Dört Mevsim' (1991) Cumhuriyet Gazetesi Yunus Nadi Ödülü alan şiir kitaplarının yanısıra, İngiliz ve Amerikan şiirinden ve kısa hikâye, deneme ve eleştirilerinden sayısız çevirileri bulunuyor. Susan Sontag, John İrwing, John Lennon, W. Carlos Williams, Ezra Pound, H. D., Kenneth Rexrot da bunların arasında. Güven Turan'la edebiyat üzerine konuştuk: - Sayın Turan, bir yazı makinesi gibi hiç durmadan üretiyorsunuz. Böylesine umutlu bir üretime ne kaynaklık ediyor? - Bugün içinde yaşadığımız dünyanın karanlık durumu bende bir karamsarlık oluşturuyor. Aslında karamsar bir yazarım. İyimserliği yansıtmıyorum. - Türkiye de ne kadar okunuyorsunuz? - 'Dalyan' adlı romanım 1978 ve 1979'da ençok satan kitaplar arasına girmişti. O günler çok politik günlerdi. Herkes, kişi veya kurum olarak bir siyasal bağa ihtiyaç duyuyordu ve böylece güvenlikli hissediyordu kendini. Oysa romanımdaki kişinin hiçbir siyasal bağı yoktu ve kurulamamıştı. Adını koymadığım bir askeri rejim ortamında yaşayan roman kahramanı ve bu yüzden ezilen bir kişinin öyküsüydü. Daha çok acı çekiyordu ve güvenlikten yoksundu. Durumu hiç iyimser değildi. Daha zordu yaşamı. - Ülkemizde okuma yazma alışkanlığı artıyor mu? - Göreceli olarak geçmiş yıllara göre, evet, artıyor. Fakat Avrupa ülkeleri ve Amerika kıtası ile baskı sayısı karşılaştırılamaz. Örneğin Türkiye'de tüm günlük gazete satışları bir milyon civarında. 12 Eylül öncesi tek bir gazete bu rakkamları geçiyordu. Kitap baskıları 100 binlere ulaşıyordu. Şimdilerde 5-10 bin civarında. - İnternetle gelen bir yeni okuma alışkanlığı mı bu? Umberto Eco, 'Okuma form olarak daha baskın bir şekilde yeniden geriye geliyor.' diyor. Siz de buna katılıyor musunuz? Okuma gerçekten geri geliyor mu? Edebiyat geri geliyor mu? Özgür yaratı ilerliyor mu? İnterneti matbaanın Gutenberg tarafından bulunması ile özdeşleştirme var, katılıyor musunuz? - Okuma hazır bilgi olarak geri geliyor. İnternet'te yüzeysel bilgi var, ayrıca iyi de bir kaynak. Son yılların sınırlı okuma alışkanlığı genişliyor. Araştırmalar artıyor. - Kanada'da bizim gazete olarak ulaştığımız 20-30 bin göçmenimiz yaşıyor. 5 bine yakını ile burada ve bir o kadar da internet yoluyla Türkiye'de okunuyoruz. Okurlarımıza Göçmen edebiyatı üzerine neler söylemek istersiniz? - Ben sürgün edebiyatı üzerine çalıştım. Çok sayıda kısa öykülerim ve incelemelerim var sürgünlük üzerine. Özellikle Avrupa ülkelerine sürgün olanlara dair. Sürgünlük de bir nevi göçmenlik. Gönüllü gelinip bir yerleşme değil. Sürekli bir dönüş isteği taşıyan yerleşiklik. Göçmenlikte de bu, kültürel uyuşmazlıklarla ortaya çıkıyor. Geri dönmek ile kalmak arasında çabalama oluşuyor. İçinde yaşadığı toplumun değer yargılarına uyuşmazlık ve geri dönüş isteği... - Birçok ülkeye gittiniz; Avrupa ülkeleri, Amerika, Avustralya ve şimdi de Kanada. Ne gibi farklılıklar görüyorsunuz değişik göçmen mekân ve yaşamlarında? - Fransa ve Almanya göçmen yaşamında New York ve Avustralya'dan farklı. Burada ise daha farklı. Atlantik Okyanusu insanları kendi kültürlerinden, edebiyatlarından ayırıyor. Birleştirmiyor. Buradaki yalnızlık psikolojisi ve uzaklık, hem ekonomik olarak hem de uzaklık olarak (yol uzaklığı) hasret gideren geriye dönük yurt ziyaretlerini azaltıyor. İnsanları kapanmaya itiyor. Yalnızlık psikolojisi kendi toplumlarına muhafazakâr bir kapanış süreci yaratıyor. - Ahmed Arif'in deyişiyle, Kanada'da hâlâ büyük çoğunlukla 'kız alıp vermemiş' ve 'keçilerimiz karışmamış' diğer topluluk ve kültürlerle. Kültürel ve sosyal köprüler henüz inşa edilememiş. Buna örnek olarak, Anadolu on bin yıllık çokkültürlü bir mozaik. İçe kapanmayı engellemek bu bilinci, yeni geldiğimiz topluma uyum kurma sürecinde kullanmakla sağlanabilir mi? - Elbette! Kendi kültür ve edebiyatımızı bilmek, göçmen yaşamımıza anadilimizden uyumu sağlayan büyük bir destek oluşturacak. Kimlik bunalımını ortadan kaldıracak bir işlev görecek. - Yeni çalışmalarınızdan söz edebilir miyiz? - Nazım Hikmet'in 26 ciltlik, Yapı Kredi Kültür ve Sanat Yayıncılık'tan çıkan tüm eserlerinin 'editörlüğünü' yaptım, basımını hazırladım. İşe başlarken zor ve sıkıcı bir iş olarak düşündüm. Fakat kendini sürekli yenileyen bir dil ustası ile başbaşa kalmak işimi zevkli bir hale getirmişti. Ayrıca 1910-1963 dönemini anlatan yeni romanım üzerinde çalışıyorum. Çok politik bir tarihi dilimde hiç politik olmayan 'Kurt Bey'in hikâyesi ve başından geçenleri anlatan bir roman yazıyorum. 'Kurt Bey' kendi kendini sürgün eden bir karakter, kişilik. - Sağolun, ellerinize ve ayaklarınıza sağlık. Okurlarımız sizi daha yakından tanıyınca yine bekleriz Kanada'ya. - Ben teşekkür ederim. Severek geri gelirim. Gazetenizi okudum. Özellikle Descant ve bizlerle ilgili haberinizi buraya gelmeden, Cumhuriyet gazetesinden okudum, gazeteciliğinizi takdir ettim. Okurlarınıza sevgilerimi sunarım. TEMMUZ 2003
Üçlü: Dalyan-Yalnız mısın?-Soğuk Tüylü Martı Güven Turan’ın bu kitabı, daha önce yayımlanan ve her biri o dönemde çok satanlar listesine giren üç romanı; Dalyan, Yalnız mısın? ve Soğuk Tüylü Martı’yı bir araya getiriyor. Dalyan, Türk Dil Kurumu 1979 Roman Ödülü’nü kazanan merkezinde aşk ve aşksızlık olan bir roman. İsimsiz bir erkek ve yabancı bir kadın, Penelope... Cehennem başkaları mıdır, yoksa aynayı biz mi kendimize tutuyoruz? sorusu çevresinde hep bir şeyler çağrıştıran bir anlatım sürekliliği... Yazıldığı dönemde romana getirdiği yeni bir zaman anlayışı... Yalnız mısınız?’da bir türlü kimliğini bulamayan, kendine alışamayan bir iş adamıyla tanışıyoruz. Ardından da onun yakın çevresiyle birlikte Amerika’dan ülkemize uzanan canlı, değişik bir portreler galerisiyle...1980’e adım adım yaklaşan gerilimli günler romana damgasını vuruyor. Ve Soğuk Tüylü Martı... Birbiri ardına gelen tutku ile aşk, insanları yanlışa, çelişkiye ve acılara itiyor. Adem’den beri sürüyor bu karmaşa. Sanat tarihi doçenti Uğur, Ekin ve Selin’le olan ilişkisinde Adem’in Lilith’e olan unutulmaz tutkusunun benzerini yoğunlukla yaşıyor; yasak meyvenin sonuçlarına katlanıyor. TADIMLIK
1
Alışılmışlığın dışına çıkılınca, çevre de değişiyor. Her zaman geldiği, her şeyini çok iyi bildiği bu pastane, kokularıyla, ışıklarıyla, kişileriyle daha önceki günlerin bir benzerini yaşıyor. Çevresindeki kişilerin ikişer üçer oturmalarına, konuşmalarına karşın o tek başına oturuyor. Kitabını okuyor. Arada bir kitabını kapatıyor, kahvesini yudumluyor. Buraya gelmeden önce duyduğu tedirginlik yok şimdi. Rahat rahat kendisiyle kalabiliyor böyle. Ama ister istemez anılara kayıyor usu. Bağışlamayan belleğiyle buradaki konuşmaları anımsıyor. Her şeyi geçmişle ölçüştürmesi tedirgin ediyor onu. Kurtulamıyor bundan. Kurtulamıyor mu? Kurtulmak istemiyor. En doğrusu bu. Sinemadan çıkanlar dolduruyor pastaneyi. Müzik dolabı birbiri ardından gümbürdetiyor en yeni parçaları. Şimdi hemen herkes çok genç. Uzun saçlı kızlar, oğlanlar. Bluejeanleri, pançoları, koyun postu kaplı kaftan benzeri uzun mantoları, paltolarıyla, bağıra çağıra konuşuyor, müzik dolabının çevresinde toplanıyorlar. Dolabın ışıklı yüzüne bakıyorlar, bir akvaryuma bakan kediler gibi ya da akvaryumdan bir kediye bakan balıklar gibi. Anlamsızlıkla dikkat yoğunluğu birbirine karışmış yüzlerinde. Yeniden kitabına eğiliyor. En boş masa kendisininki. Bir ses, okuduğu kitabın diliyle, oturmak için izin istiyor. Başını kaldırıyor, uzunca, çıkık elmacık kemikli bir yüz, yüzüne doğru eğilmiş, yanıtını bekliyor. Alıştığı bir tepkiyle gülümseyerek, başıyla karşısındaki sandalyeyi işaret ediyor. Oturuyor kız, elindeki halı heybeyi masanın üstüne koyuyor. Sarıyla kahverengi arası uzun, düz saçlarını başını garip bir biçimde sallayarak omuzlarından geriye atıyor. Önce kitaba bakıyor, sonra da yüzüne. Gülümsüyor, yüzü büsbütün çekiliyor gülümseyince. Kısılıyor gözleri, “Kaçıncı sayfadasın, neresindesin kitabın?” diyor. Şaşırıyor bu soruya. Alışılmış bir soru biçimi değil bu. “Korsanlar, kadın taşıyan gemiye baskın yaptılar,” diyor. “Barth, büyük bir yazar. Bir çağın dilini böylesine çağdaşlaştırabilmek... Bir baş yapıt!” O da, alışılmış saklanma, kaçma huyunun dışında, konuşmaya girdiğine şaşırarak, “Hangi çağın baş yapıtı? Bu, okuduğum en iyi on sekizinci yüzyıl romanı,” diyor. “İyi ama, o ölçüde de çağdaş!” —”Onu çağdaş yapan öğe ne sence?”— “Kullandığı sözcükler, dil yapısı eski olmaya eski ya, bu eskilik bilinerek, bütün geçmiş dil geleneğini bilerek yazılmış. O dilin kullanıldığı çağdan günümüze dek gelen değişiklikleri içinde taşıdığı için çağdaş.” —”Borges’i okudun mu, o da buna benzer bir şeyler söyler.”— “Evet, Don Quixot’un yeniden yazılmasıyla ilgili denemesinde.”— “Borges olağanüstü bir yazar” —”En sevdiğim yazarlardan biri.”— “Kafka, Beckett, Joyce gibi çağımızın temel yazarlarından.” —”Kim, Borges mi?”— “İkisi de, Barth da Borges de.”
KARANLIK GEZİNTİ
I
Bir köşesinden tutulmuş gibi yarı gecede
kopuk bir damar gibi vuruyor,
yalnızlığın, denizsizliğin, taş çağının yarası.
Savruk bir uykunun sarmaş dolaş yaşamasıdır,
eski, inik, bir davul gibi gürültülü.
Gidelim yeniden yaşamaya başlayınca:
Deniz yeniden yaşamaya başlayınca kıyılarda;
kıyıda bağlanınca sis düdüklerine, sis:
Yolculuk en doğal olandır.
Oysa denizlerdir en yakın kavgalara,
kaçılmadan karmaşık bir evrenin ardı sıra.
Atlardır: Cehennem, defneler ve kara
yavaş yavaş saklanır ardına.
Gelmediği izlerden acının çayırları
sürüp atar balıkları, yengeçleri, çakıl taşlarını,
bir tan yeri saklamış gibi günlerin yarışında.
II
Karanlık, ışığın olduğu yerlerde yaşar.
Yağmurlar yağar gibi geceyarıları.
Sazdan bir elin korkuluğu,
dolaştırır, akşamdan kalma bir maviyi göklerde.
Gidelim gel, gidelim. Gidelim,
düşüm korkumu bırakmıyor,
şimdi uzaklığı yakınlığına denk,
korsandır bütün düşlerin çocuğu.
Ses işitilmez kan akmadıkça yere,
yelin kestiği sessizlikten başka;
bir türkünün orta yerinden bölünmesi,
ayakların altında kırılan kumlara karşı,
nasıl konaklarım böyle durma,
kaç kış günü yola çıkıp yüzümüz uyanmadan.
Uçup konduğu günlerden kalma
sanki bir bilmediğim var.
|