***
|
Editörün Notu: 2016 yılında Pulitzer Ödülünü Kazanan Vietnam kökenli Amerikan yazar Viet Thanh Gnuyen Sempazitan adlı kapsamlı romanında Güney Vietnam ordusuna yerleşmiş bir Kuzeyli köstebeğin izini sürer. Kitabın başlangıcında bu ana kahraman kendisini “Ben bir casusum, bir uyuyan ajan, bir hafiye, çifte yüzlü bir adamım. Belki tahmin de edilebileceği gibi “çifte akıllı bir adamım. Çizgi roman ya da korku filmlerindeki şu yanlış anlaşılan mutantlardan değilim, kimileri bana öyle davranmış olsa da.." diye tanıtır. Sempatizan Kuzey Vietnam ordusunun güneyi ele geçirme aşamasında, geri çekilen Amerikan askerleri ile birlikte Amerika’ya kaçan, adını bilmediğimiz anlatıcı tarafından kaleme alınır. Eleştirmenler kitabın ilk kez “Apocalypse Now”, “Platoon” gibi Amerikan kahramanlıklarını öven, Hollywood efsane yaratıcı rejisörlerinin bakış açısının dışında Vietnam Savaşına yeni, gerçekçi bir perspektif getirdiğini söylemektedir. |
www.hurriyet.com.tr/kitap-sanat/dogunun-en-yakini-bati-midir-40685819 ‘Sempatizan’ Vietnam’da doğan, Amerika’da büyüyen yazar Viet Thanh Nguyen’in, 2016’da Pulitzer Edebiyat Ödülü’ne layık görülen ilk romanı... Bu çok katmanlı kitap sadece dili ya da kahramanın ikilemini, sancılarını iyi anlattığı için değil, Batı’nın Doğu’ya bakışındaki sis perdesini araladığı için de büyük bir roman. Bir mülteci vahşi savaşların, dış müdahalelerin ve devrimin ülkesine getirdiği yıkımla ilgili ne yazar? Üstelik aynı mülteci dış güçlerin etkisiyle bölünen ülkesinde komünist yönetim için ajanlık yapıyorsa... Yine aynı mülteci bölünmüş etnik yapısının, kişiliğinin ve fikirlerinin taşınamaz buhranı içindeyse. ‘Sempatizan’ Vietnam’da doğan, Amerika’da büyüyen yazar Viet Thanh Nguyen’in ilk romanı. 2016 Pulitzer Edebiyat Ödülü’ne layık görülen romanın öyle çok katmanı var ki okur bunu bir Doğu-Batı üstüne düşünce romanı, siyasi roman, tarihi roman, göçmen romanı, savaş romanı ve bir casusluk romanı olarak okuyabilir. ‘Sempatizan’ adı verilmeyen yarı Vietnamlı yarı Fransız komünist bir ajanın Los Angeles’ta 1970’li yılların ortasında yaşadığı çifte hayatı anlatıyor. Aslında okuduğumuz roman, ajanın komutanına hitap ettiği bir itiraf. “Ben bir casusum, bir uyuyan ajan, bir hafiye, çifte yüzlü bir adamım. Belki tahmin de edileceği gibi aynı zamanda çifte akıllı bir adamım” girişiyle başlayan roman hem kahramanın ikili kimliğine hem bu kimliğin çocukken onda açtığı yaralara, aynı eksende Doğu-Batı kıyaslamalarına ve Soğuk Savaş dönemindeki ideolojik yarılmalara dokunuyor. Vietnam Savaşı’nın sonlarında Saygon’un düşmesinin ardından Amerika’nın desteklediği Cumhuriyetçi Vietnamlı asker ve aileleriyle birlikte (bir CIA ajanının yardımıyla) Los Angeles’a getirilen ajan, Vietnam’da yönetimi devralan komünist rejim için gizli çalışmalarını burada sürdürüyor. Göçtüğü ülke, kahramana göre “Amerika: Süpermarketlerle süper otobanların, süpersonik jetlerle Superman’in, süper uçak gemileriyle Süper Kupa’nın diyarı!” Aynı zamanda bu kadar çok ‘süper’ terimini piyasaya sürmüş olan ABD, diğer ülkeleri kündeye alıp ‘Sam Amca’ diye haykırana kadar tatmin olamıyor ona göre. Amerikan Rüyası, ABD’nin o iflah olmaz ‘iyimserlik hastalığı’, para ve oya dayalı siyasi sistemi romanda ince bir alaycılıkla aktarılıyor. Elbette Amerika’nın ‘Vietnamlıları kendilerinden kurtarmak’ için yığdığı askeri olanakların facia sonuçları da. Peki ya öteki taraf ? Kapitalizmin çelişkileri nedeniyle çökeceği düşüncesiyle devrim için feda edilenler? Artık Saygon sokaklarında görülmeyen milyonlarca insanın hayatı, müzik, cinsellik ve dans? Güney Kaliforniya Üniversitesi’nde Amerikan ve etnik çalışmalar profesörü olan Nguyen’in eseri, Batı’nın edebiyat çevrelerinde Joseph Conrad, Graham Greene ve John Le Carre’nin eserleriyle karşılaştırılıyor. Casusluk kitaplarını çok sevdiğini söyleyen Nguyen, iki dünyanın arasında kalmış, her iki tarafın açısından da bakabilen, ikililik ve dalavere içinde işleyen bir casusun konumunu bir göçmenin konumuna benzetiyor. Roman eleştirilerinde ‘Sempatizan’ çoğunlukla Vietnam Savaşı’nın ABD açısına getirdiği alternatif bakış ve taze nefes için övülmüş. Oysa Nguyen, ABD’de yaşayan ancak pek çok göçmen ya da yabancı yazarın yapmaya cesaret edemeyeceği bir şeye kalkışmış bu romanda: Beyaz okur için yazmamak. Nguyen bir söyleşisinde şöyle diyor: “Edebiyat endüstrisi ve ABD’nin tüm sosyal ve kültürel sistemi, ten rengi farklı yazarları beyaz insanlar için yazmaya teşvik eder. Eğer bu kitabı beyaz bir kitle için yazmış olsaydım sonu radikal biçimde farklı olurdu ve romanı çok daha büyük paralara satmış olurdum.” Pulitzer haricinde sekiz ayrı prestijli ödüle layık görülen ‘Sempatizan’ sadece dili ya da kahramanın ikilemini, sancılarını iyi anlattığı için değil, Batı’nın Doğu’ya bakışındaki sis perdesini araladığı için de büyük bir roman. Çağımızın klasiklerden olmaya aday bir Vietnam romanıhttp://www.agos.com.tr13.03.2018 - BÜRKEM CEVHER Viet Thanh Nguyen’in Pulitzer ödüllü romanı ‘Sempatizan’ı ödül aldığı 2016 yılından beri heyecanla bekliyorduk. Sonunda Duygu Akın’ın oldukça başarılı çevirisi ve Kafka Yayınevi etiketi ile Türkçe olarak yayınlandı. Gerek dili gerekse üslubu ile oldukça güçlü bir roman olan ‘Sempatizan’ yayınlandıktan sonra pek çok ödül almış. Güney Kaliforniya Üniversitesi’nde profesör olan yazar, ilk romanında savaşın getirdiği acılardan mülteci olmaya, kimlik kaybından kendini kabul ettirme çabasına pek çok temayı birlikte işlemiş, böylesine zor bir görevin altından da büyük bir başarı ile kalkmış. Çift kimlik Kitap, “Ben bir casusum, bir uyuyan ajan, bir hafiye, çifte yüzlü bir adamım. Belki tahmin de edilebileceği gibi çifte akıllı bir adamım. Çizgi roman ya da korku filmlerindeki şu yanlış anlaşılan mutantlardan değilim, kimileri bana öyle davranmış olsa da...” sözleriyle başlıyor. Kimlerinin ona mutant gibi davranmasının ana nedeni kitabın isimsiz anlatıcısı olan Yüzbaşı’nın, Vietnamlı bir anne ile Fransız bir rahibin gayrimeşru oğlu olması. Hayatı boyunca bu gayrimeşruluğu yüzüne vurulmuş, çocukluğundan yetişkinliğine her onu incitmek isteyen ona “piç” diye seslenmiş. Bu ‘piç olma’ hali kahramanın kendisini hem Batılı hem Doğulu hissetmesini sağlarken Batılıların gözünde Doğulu, Doğuluların gözündeyse Batılı olarak nitelendirilmesine neden oluyor. Bir yandan hem Batılı hem Doğulu ama diğer yandan ne Batılı ne Doğulu olabiliyor. Bu şekilde hem çift kimlikli oluyor hem de kimliksiz hissediyor kendini. Bu ikiye bölünmüşlük roman boyunca kendini sürekli olarak okuyucuya empoze ederken romanın sonunda artık iyice gün yüzüne çıkıyor ve anlatıcı kendinden “biz” diye bahsetmeye başlıyor. Her ne kadar hep arada derede gibi de görünse aslında Yüzbaşı en azından bir konuda tarafını, Viet Kong komünizmini seçmiş. Güney Kore’de başarılı bir asker ve Güney Koreli bir generalin istihbarat subayı olmasına karşın aslında Kuzey Kore adına ajan olarak çalışmaya başlamış. Kitabın daha ilk sayfalarından da anlaşılacağı üzere bu kitap Yüzbaşı’nın itiraflarından oluşuyor. Bu itirafı kime yaptığını ise kitabın sonlarına doğru anlıyoruz. Yüzbaşı, 1975’te Saygon’un düşmesi ile birlikte pek çok Güney Koreli subay gibi General ve ailesiyle birlikte Amerika Birleşik Devletlerine iltica ediyor. Zaten üniversiteyi de ABD’de okuduğu ve daha o yıllarda çok başarılı olduğu için de üniversiteden hocasının sponsor olmasıyla birlikte kısa süre içinde mülteci kampından çıkmayı başarıyor. ABD’de bulunduğu yıllarda da General ve ailesi için çalışmaya ve General’in emir/istihbarat subayı olarak çalışmaya devam ediyor. Hegemonya inşası Yüzbaşı’nın ABD’de geçirdiği yıllar ise mülteci olma halini, ne Vietnam’a ne de ABD’ye ait olabilme durumu tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriliyor. Vietnam’dayken ordunun üst kademelerine kadar çıkabilmiş askerler ABD’ye gelince hayatlarını devam ettirebilmek için benzin istasyonlarında pompacı, restoranlarda garson, hademe olarak çalışıyor ya da en iyi ihtimalle pizza salonlarına patronluk yapıyorlar. Eşleri dikiş dikiyor, temizlik yapıyor. General’in karısı ise aşçılık yaparak geçimini sağlıyor. Sonunda vatanlarını komünistlerden geri alma fırsatı çıktığındaysa bu askerler koşa koşa saldırı tugaylarında kendileri için bir görev isteyecekler çünkü ABD’de kendilerini ‘yeteri kadar erkek’ hissetmiyorlar. Eski bir askerin dediği gibi “ABD’deki bütün kadınların taşakları var”, çünkü kendi paralarını kazanıyorlar kendi ayaklarının üzerinde durabiliyorlar. Oysa bu erkekler kendi ülkelerindeyken savaşıyor, ailelerine bakıyor ve istedikleri tahakkümü kadınlar ve çocukları üzerinde kurabiliyorlardı. Asıl mesele Romanın sonunda vardığı nokta ise gerek savaşlar gerek de ulvi amaçlar olsun asıl meselenin büyük güçlerin iktidarını bir şekilde kurmaları oluyor. ABD, Vietnam Savaşı’nı kazanamamış olabilir ama gerek Hollywood filmleri gerek ticari ürünleri ile tüm dünyada hegemonyasını kuruyor. Vietnam’da komünist devrim olmuş olabilir ama tek tek bireyler ele alındığında insanların çoğu büyük oranda acı çekmeye devam ediyor. Komünizme inanmış Yüzbaşı da bunun acısını, yenilmişliğini hissediyor; daha üst düzeyde bir yere gelmiş olan kan kardeşi Man da. En nihayetinde ana izlek yenilmişlik ve kimlik kaybı olarak karşımıza çıkıyor. ‘Sempatizan’ın son sayfasını da okuyup kapağını kapattıktan sonra günlerce gözünüzün önünden gitmeyen sahneler oluyor. Her paragrafta Yüzbaşı karakteri sözcük sözcük inşa edilirken, kaybedenlerin ve ayakta kalabilmek için kazanmış görünmeye çalışanların çatışmasını soluksuz takip etmek istiyorsunuz. Böylesine güçlü bir romanın çağımızın klasikleri arasına gireceğini düşünüyorum. Yazarın yakın zamanda yayınlanacak ‘Mülteciler’ isimli kitabını ise dört gözle bekliyorum. | BİR İKİ ÜÇ, DAHA FAZLA VİETNAM: | |||