|
O, 'mükemmel'
sever
http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=ktp&haberno=4412
Tabucchi 'Pereira İddia Ediyor'da, içsel bir arayışın
ve değişimin öyküsünü anlatıyor. Yazar, okuyucuya da yakın geçmişimizi sorgulatıyor
07/10/2005 (115 defa okundu)
ESİN COŞKUN (E-mektup
|
Arşivi)
"Dediğim gibi, eylülde, Pereira da beni ziyaret etti. O anda ne diyeceğimi
bilemedim, buna karşın edebi bir kişi görünümü altında ortaya çıkan bu belli
belirsiz hayaletin bir simge, bir eğretileme olduğunu bulanık bir şekilde
kavradım. Bir anlamda, son bir saygı duruşunda bulunduğum yaşlı gazetecinin
doğaüstü bir yansımasıydı. Biraz rahatsızlık duyduysam da yine de onu sevgiyle
karşıladım. O eylül akşamı, yolculuk etmekte olan bir ruhun kendini anlatmak,
bir seçimi, bir acıyı, bir yaşamı betimlemek için bana gereksinim duyduğunu
anladım belli belirsiz."
Antonio Tabucchi, Pereira İddia Ediyor adlı romanının sonuna eklediği 'not'ta,
Pereira'nın onu ilk kez nasıl ziyaret ettiğini anlatır. Tabucchi, romanının
başkişisi olan Pereira'yı, aslında 1930'lu ve 40'lı yıllarda Portekiz'de
Salazar diktatörlüğü sırasında gazetecilik yapmış bir arkadaşının hayat
hikâyesinden yola çıkarak yazdığını söyler. O dönemde bir Portekiz gazetesinde
rejim karşıtı bir makale yayımlamasının ardından sürgüne giden bu gazeteci,
74 olaylarından sonra Portekiz tekrar demokrasiye kavuştuğunda ülkesine
döner, ama ne yazık ki onu artık pek kimse hatırlamamaktadır. Aynı şekilde,
92 Ağustos'unda öldüğünde, naaşına son bir saygı ziyaretinde bulunan pek
kimse de yoktur; belki birkaç eski arkadaş ve bir de Antonio Tabucchi dışında.
Tabucchi'nin romanın sonuna eklediği not, aslında sadece romanın nasıl ve
neden oluştuğunu açıklaması bakımından değil, başka bakımlardan da önemli.
Başta romana verilen ad Pereira İddia Ediyor olmak üzere, kullanılan anlatım
yöntemi, tarihi arka plan, kitaptaki felsefi düzlem bu notla birlikte daha
bir anlam kazanıyor.
Roman, Tabucchi'nin Türkiye'de yayımlanan diğer kitapları, Hint Gece Müziği,
Ufuk Çizgisi, Damasceno Monteiro'nun Kayıp Başı, Fernando Pessoa'nın Son
Üç Günü gibi, içsel bir arayışın, bir kavrayışın, değişimin öyküsünü anlatıyor
aslında. 50'li yaşlarda dul bir adam olan Pereira, kalbinden rahatsız, şişman
bir gazetecidir. Yıllarca Lizbon'da büyük bir gazetede yerel muhabirlik
yaptıktan sonra, yeni çıkmaya başlayan Lisboa adlı bir akşam gazetesinin
kültür sayfasının sorumlusu olur. Bu kültür sayfası için 'Anımsamalar' başlığı
altında ölmüş büyük yazarları anan yazılar yazmanın yanı sıra, bir gün edebiyat
dergisinin birinde okuduğu ölüm üzerine bir makale, Pereira'nın aklına,
ölebilecek yazarlar üzerine ölüm yazıları yazma düşüncesini getirir. Böylece,
dergide okuduğu felsefi yazının sahibi Monteiro Rossi'yle bağlantıya geçerek,
ondan bu ölüm yazılarını kaleme almasını ister.
Pereira sorgulamaya
başlıyor
Pereira'nın, Rossi ve kız arkadaşı Marta ile tanışmasıyla birlikte içsel
yolculuğu da başlar. Bu yolculuk Pereira'nın hem geçmiş yaşantısını, hem
inanç ve düşüncelerini hem de kişiliğini sorgulamasına neden olacaktır.
Böyle sancılı bir süreci yaşayan Pereira aynı zamanda daha önce hiç olmadığı
kadar dünyada ve çevresinde olanlara ilgi duymaya başlar. Kendi 'ben'inin
derinlerine daldıkça ve ruhsal bir değişim, olduğundan başka türlü olma
arzusu ya da belki ülkesinde, dünyada olan bitenlere karşı bir şeyler yapma
ihtiyacı Pereira'yı etkisi altına almaya başlar. Başlangıçta Pereira'nın
hissettiği bir 'pişman olma ihtiyacı'dır aslında. Ama neden pişmanlık duyabileceğini
ya da neden pişman olma arzusu hissettiğini bir türlü kendine açıklayamaz
Pereira. Çünkü geçmiş yaşantısını sevmekte, hatta geçmişe özlem duymaktadır:
Edebiyat öğrenimi görmekten, gençlik yıllarından, karısıyla birlikte paylaştıkları
yaşamdan, yıllarca gazeteci olarak çalışmaktan asla pişmanlık duymamıştır
Pereira. Ama şimdi Monteiro Rossi ve kız arkadaşı Marta vardır... Edebiyattan
çok politikayla ilgilenen ve İspanya'daki iç savaşta Cumhuriyetçilere yardım
etmeye çalışan Rossi ve Marta...
"Ya bu iki genç haklıysa? O zaman, sadece onlar haklı olurlar, dedi sakin
bir şekilde Doktor Cardoso, ama tarih söyleyecek bunu, siz değil Doktor
Pereira. Evet, dedi Pereira, ama eğer onlar haklıysa, benim yaşamımın anlamı
yok olur. Coimbra'da edebiyat okumuş olmanın ve hep edebiyatın dünyada en
önemli şey olduğuna inanmış olmanın anlamı kalmaz, görüşümü dışavuramadığım
ve on dokuzuncu yüzyıl Fransa'sından anlatılar yayınlamak zorunda olduğum
şu akşam gazetesinin kültür sayfasından sorumlu olmanın da anlamı kalmaz
ve işte bu yüzden pişman olma gereksinimi duyuyorum, sanki ben her zaman
gazetecilik yapmış Pereira değil de, başka biriyim, sanki bir şeyleri yadsımam
gerekiyor."
Simgesel anlatımı
takip et
Antonio Tabucchi, Pereira'nın yaşadığı değişimin içsel sarsıntılarını ve
bunların hem bedenine hem de yaşantısına olan etkilerini kitapta mükemmel
bir şekilde betimlemiş. Onun insan ruhundaki değişim ihtiyacını, ülkesinde
ve dünyada olan bitenlerden duyduğu rahatsızlığın, huzursuzluğun yaşamındaki
ve ruhundaki yansımalarını anlatmakta hiç zorluk çekmemiş ve kitap her bakımdan
usta bir yazarlık örneği. Başta romanın adı 'Pereira İddi Ediyor' olmak
üzere. Çünkü gerçekten de Pereira iddia ediyor: Pereira ruhunun ve hayatının
ortaya çıkan yeni olgularla birlikte değiştiğini iddia ediyor; her insanının
yaşamında birçok kez yeni olgularla birlikte değişim geçirdiğini ve belki
de hayatın bu değişimlerin bir bütünü olduğunu, insan ruhunun ve kişiliğinin
bu değişimlerle birlikte geliştiğini ve ölümün yaşama anlam katıp, değişim
gereğini zorladığını iddia ediyor. Bunları Pereira'nın ağzından Tabucchi
iddia ediyor ya da belki, bir eylül akşamı onu ziyaret eden yaşlı gazetecinin
(Pereira'nın) ruhu iddia ediyor.
Kitapta gerçek hikâyeye yapılan gönderme çok açık, ama ancak sondaki not
okunduğunda daha bir anlam kazanıyor. Aynı şekilde, Tabucchi'nin romanında
simgeler, çağrışımlar, eğretilemeler önemli bir yer tutuyor. Ruh ve bedenin
dirilişi üzerine olan konuşmalar, insanın baskın ben'i ve ruhların birleşikliği
kuramı hem kitabın felsefi boyutunu genişletiyor, hem yine kitabın ortaya
çıkmasına neden olan ziyaretle açık bir bağlantı kuruyor. Tabucchi'nin 'Yeni
Romancılar'ı çağrıştıran dili de bu simgeselliği artırarak kuvvetlendirmiş.
Ve sonuçta ortaya her bakımdan mükemmel bir edebiyat eseri çıkmış.
PEREIRA İDDİA EDİYOR
Antonio Tabucchi, Çeviren: Münir H. Göle, Can Yayınları, 2005, 167 sayfa,
9 YTL.
|
|
Can Yayınları
1943 yılında Pisa'da doğan Antonio Tabucchi, Sienna
Üniversitesi'nde Portekiz edebiyatı dersleri vermektedir. Portekizli eşiyle
birlikte Fernando Pessoa'nın eserlerini İtalyanca'ya kazandıran
Tabucchi'nin iki çocuğu vardır. Zamanını Toscana'daki eviyle Lizbon
arasında geçirir. Üniversite görevlisi olarak `Avrupa dışı ülkelerde Avrupa
kökenli kitaplıklar' projesi için Güney Amerika ve Hindistan'da birçok arşiv
araştırması yapmıştır. İtalyan ve yabancı dergilerde çok sayıda eleştiri
yazısı ve deneme yayınlamıştır. Birçok dile çevrilmiş başlıca eserleri şunlardır:
Piazza d'Italia (1975), Il Piccolo Naviglio (1978), Il
Gioco del Rovescio (1981), Donna di Porto Pim (1983), Hint
Gece Müziği (Notturno Indiano, 1984), Piccoli Equivoci senza Importanza
(1985), Ufuk Çizgisi (Il Filo dell'Orizonte, 1986), Fernando Pessoa'nın
Son Üç Günü, Bir Sayıklama (Gli ultimi tre giorni di Fernando Pessoa,
1986), Requiem (1991), I Volatili del Beato Angelica (1987),
I Dialoghi Mancati (1988), Un Baula Piena di Gente (1990),
L'Angela Nera (1991), Sagni di Sagni (1992).
Antonio Tabucchi
PEREIRA İDDİA EDİYOR
http://www.canyayinlari.com/ilkbolum_yazdir.asp?id=1622
Pereira, onunla bir yaz günü tanışmış
olduğunu iddia ediyor. Güneşli, esintili, harika bir yaz günüydü ve Lizbon
ışıldıyordu. Anlaşıldığı kadarıyla, Pereira yazı işlerindeydi ve ne yapacağını
bilemiyordu, müdür tatildeydi ve Pereira kültür sayfasını hazırlamak zorundaydı,
çünkü bundan böyle Lisboa gazetesinin bir kültür sayfası vardı, bu sayfanın
sorumluluğu da ona verilmişti. Ve o, Pereira, ölümü düşünüyordu. Bu güzel
yaz gününde, Atlantik esintisi ağaçların doruklarını okşarken, güneş ışıldarken
ve kent pırıldarken, evet, kent penceresinin altında tam anlamıyla pırıldıyordu,
ve gökyüzü maviyken, gökyüzü hiç görülmemiş mavilikte ve neredeyse insanın
gözlerini yakan bir netlikteyken ölümü düşlemeye başladı, diye iddia ediyor
Pereira. Neden? Bu konuda Pereira’nın söyleyeceği bir şeyi yok. Belki çocukluğunda
babası Yaşlı Pereira adında bir cenaze levazımatçısı dükkânının sahibi olduğu
için, belki de birkaç yıl önce karısı veremden öldüğü için ya da kendisi
şişman, kalp hastası ve yüksek tansiyonlu olduğu ve doktoru böyle devam
ederse çok yaşamayacağını söylediği için; sonuçta, Pereira ölümü düşündüğünü
iddia ediyor. Ve rastlantı sonucu, salt rastlantı sonucu, Pereira bir derginin
sayfalarını karıştırmaya başladı. Edebî bir dergiydi, ama içinde bir de
felsefe bölümü vardı. Belki de avangard dergilerden biriydi. Pereira pek
emin değil, ama dergiye yazanların çoğunluğu Katolik’ti. Pereira da Katolik’ti,
en azından o sırada kendini Katolik, iyi bir Katolik olarak görüyordu, yine
de inanmaya pek yanaşmadığı bir şey vardı: bedenin yeniden dirilişi. Ruha
inanıyordu, kesinlikle, çünkü bir ruhu olduğundan emindi; ama beden, ruhunu
saran bütün bu et tabakası, hayır, bu dirilemezdi, dirilmesine ne gerek
vardı ki? Her gün ona eşlik eden yağ, merdivenleri çıkarkenki ter, soluk
kesilmesi, bütün bunlar neden dirilmeliydi ki? Hayır, bunu başka bir yaşamda,
sonsuzlukta falan artık istemiyordu Pereira, bedenin dirilişine inanmak
istemiyordu. Böylece, can sıkıntısının yarattığı bir kayıtsızlıkla yeniden
dergiyi karıştırmaya girişti, dergide şöyle bir makale buldu: ‘Geçen ay
Lizbon Üniversitesi’nde tartışılan bir incelemeden, ölüm üzerine düşüncelerle
ilgili bir bölüm yayınlıyoruz. Yazarı Francesco Monteiro Rossi, felsefe
dalını en yüksek dereceyle bitirmiştir. Bu, denemenin sadece bir bölümüdür,
yakın gelecekte yazarın yeniden bizimle işbirliği yapacağını umuyoruz.’
Pereira, başlığı olmayan makaleyi önceleri dalgın bir şekilde okuduğunu
iddia ediyor, sonra da farkına varmadan başa dönüp bir bölümünü kâğıda geçirmiş.
Neden mi yapmış bunu? Pereira bunu söyleyecek durumda değil. Belki bu Katolik
avangard dergi onu rahatsız ediyordu, belki o gün, kendisi koyu Katolik
olmasına karşın, Katoliklik de avangardlık da canına tak etmişti, belki
de Lizbon’un şu pırıltılı yazında, üzerine tüm ağırlığıyla çöken şu kütleyle,
bedenin yeni-den dirilişi fikrinden nefret ediyordu; ne olursa olsun makaleyi
kopya etmeye girişti, belki de nedeni dergiyi bir an önce çöp sepetine atabilmekti.
Makalenin tamamını kopya etmediğini iddia ediyor Pereira, sadece birkaç
satırını yazmış, şu satırları da belge olarak gösteriyor: ‘Varlığımızın
anlamını en derin ve genel bir şekilde belirleyen bağlantı, yaşamın ölümle
olan ilişkisidir, çünkü varlığımızın ölümle sınırlı olması, yaşamın anlaşılması
ve değerlendirilmesi için gereklidir.’ Sonra Pereira telefon rehberini alıp
Rossi, ne tuhaf bir ad, rehberde olsa olsa bir tane vardır, diye düşündü
ve iddiasına göre tek bir numara çevirdi, çünkü numarayı çok iyi hatırlıyor.
Hattın öbür ucundaki ses, alo, dedi. Alo, dedi Pereira, burası Lisboa gazetesi.
Ses, evet, dedi. Lisboa, birkaç ay önce doğmuş bir Lizbon gazetesidir, demiş
olduğunu iddia ediyor Pereira. Bilmem hiç okudunuz mu, apolitik ve bağımsız
bir gazeteyiz, ama ruha inanıyoruz, yani Katolik eğilimlerimiz olduğunu
söylemek istiyorum, Bay Monteiro Rossi ile görüşebilir miyim? Ahizenin öteki
ucunda bir anlık bir sessizlik oldu, diye iddia ediyor Pereira, sonra ses
Monteiro Rossi’nin kendisi olduğunu söyledi ve ruhla ilgilenmediğini ekledi.
Pereira da birkaç saniye sessiz kaldı, çünkü ölüm üzerinde bu denli derin
düşüncelere imzasını atan birinin, ruh üzerine kafa yormamış olması garibine
gitmişti, diye iddia ediyor Pereira. O zaman da bir yanlış anlama olduğunu
düşündü ve bedenin yeniden dirilişi fikri geldi hemen aklına, bu da sabit
fikirlerinden biriydi; Bay Monteiro Rossi’nin ölüm hakkındaki makalesini
okuduğunu söyledi, sonra eğer Bay Monteiro Rossi’nin aklından geçen buysa,
kendisinin de, yani Pereira’nın bedenin dirilişine inanmadığını ekledi.
Özetle, Pereira’nın zihni karışmıştı, diye iddia ediyor Pereira; bu da onu
kızdırdı, özellikle kendine kızmasına neden oldu, çünkü tanımadığı birine
telefon edip ruh ve bedenin dirilişi gibi çok hassas, hatta özel şeylerden
söz etmek gibi kötü bir duruma düşürmüştü kendini. Pereira pişman oldu,
diye iddia ediyor Pereira, az kalsın telefonu kapatıyordu, ama sonradan,
nasıl olduysa devam etme gücünü kendinde buldu; adının Pereira, Doktor Pereira
olduğunu, Lisboa’nın kültür sayfasını yönettiğini, Lisboa’nın şimdilik bir
akşam gazetesi olduğunu, yani başkentin öteki gazeteleriyle aşık atamayacağını
bildiğini, ama er veya geç yol alıp kendine bir yer edineceğine inandığını
söyledi. Lisboa’nın sayfalarını şimdilik daha çok gönül işlerine ayırdığı
doğruydu, ama cumartesileri bir kültür sayfası da çıkarmaya karar vermişlerdi,
yazı işlerinin kadrosu henüz tam değildi, bu yüzden bir köşe yazısı üstlenecek
ve gazeteye dışarıdan destek olacak birine gereksinim duyuyorlardı.
Monteiro Rossi adlı kişi hiç beklemeden, hemen o gün yazı işlerine uğrayacağını
geveledi, diye iddia ediyor Pereira. Rossi, ayrıca işle ilgilendiğini, bütün
işlerin onu ilgilendirdiğini söyledi, çünkü, evet, üniversiteyi bitirmişti
ve geçimini sağlamak zorundaydı, gerçekten çalışmaya ihtiyacı vardı. Ama
Pereira şimdilik yazı işlerinde buluşmamanın daha yerinde olduğunu söyleyecek
kadar tedbirliydi, dışarda bir yerde buluşmak, kentte bir randevu vermek
daha uygun düşerdi. Bunu söylemesinin nedeni, diye iddia ediyor Pereira,
Rua Rodrigo da Fonseca’daki tıknefes vantilatörün sürekli vızladığı ve her
şeye kuşkuyla bakıp zamanını kızartma yapmakla geçiren cadaloz kapıcı kadın
yüzünden sürekli kızartma kokusunun hüküm sürdüğü şu ufak sefil odaya tanımadığı
birini çağırmak istememesiydi. Ayrıca, Lisboa’nın kültür sayfasının yazı
iş-lerinin sadece ondan, Pereira’dan, kümesinde sıcaktan ve sıkıntıdan terleyen
tek bir adamdan ibaret olduğunun anlaşılmasını da istemiyordu. Pereira kentte
bir yerde buluşmalarını önerdiğini iddia ediyor. Monteiro Rossi de şöyle
karşılık vermiş: Bu akşam Praça de Alegria’da bir halk gecesi var, şarkılar
söylenecek, gitar çalınacak, ben de bir Napoliten şarkı söylemek için çağrılıyım.
Belki biliyorsunuz, yarı İtalyanım, ama Napoli şivesini hiç bilmem, her
neyse, lokalin sahibi bana dışarda bir masa ayırdı, masanın üstünde Monteiro
Rossi yazılı küçük bir kart olacak, orada görüşmeye ne dersiniz? Pereira,
evet dediğini iddia ediyor, sonra telefonu kapatıp terini sildi. Derken
‘Anımsamalar’ başlıklı kısa bir köşe yazısı yazmak gibi harika bir fikir
geldi aklına, hemen ertesi cumartesi yayınlamayı düşündü makaleyi. Belki
de İtalya’yı düşündüğü için kurulmuş makine gibi başlığı yazdı: İki yıl
önce bugün, Luigi Pirandello aramızdan ayrıldı. Sonra altbaşlığı yazdı:
‘Büyük tiyatro yazarının, Lizbon’da Düş Bu, Belki de Değil1 adlı oyunu sah-nelenmişti.
Yirmibeş Temmuz bindokuzyüzotuzsekiz günüydü ve Lizbon bir Atlantik esintisinin
mavi gökyüzü altında parıldıyordu,’ diye iddia ediyor Pereira.
|
|