Pereira İddia Ediyor
1995 Yılı Jean Monnet ödülü
Antonio Tabucchi


Anasayfaya
Eleştiri sayfasına

 

 

TOPLANTI TARİHİ  : 8.2.2006
İRDELENEN KİTAP:
  Pereira İddia Ediyor - Antonio Tabucchi
GRUP DEĞERLENDİRMESİ : 5,0

LAWRENCE VENUTI _ New York Times

Trey Graham - Salon http://www.salon.com/sneaks/sneakpeeks960514.html


    

Pereira İddia Ediyor
Bahar Vardarlı

               

Bu kitap hepimiz tarafından çok sevildi ve yüksek puanlar aldı. Neydi bu kitabı bize bu kadar beğendiren, diye düşündüğümde tek bir yanıt buldum; yaşamın anlamını sorgulaması.

 İnsan belli bir olgunluk düzeyine geldiğinde ancak yaşam üzerinde düşünüyor ve kendisiyle iç hesaplaşmalara giriyor. Pek tabii olgunluk derken yaşça ilerlemeden bahsetmiyorum. İnsanın akıl ve değerler yönünden olgunlaşmasından ve bilinç sahibi olmasından bahsediyorum. Boşa geçmiş bir yaşam kadar trajik bir son olabilir mi?

Kahramanımız Pereira genç Rossi ve Marta’yı tanıyıncaya kadar boşluktaydı, bunalıyordu, yalnızdı; çünkü amaçsızdı, küçük ve basit işlerin adamıydı. Böyle geçen bir yaşamda insan ışığı görmediğinden, geleceği olmadığından,  şimdiyi de karanlık yaşıyor. Pereira da bizeTabucchi’nin  başarıyla tanıttığı gibi; sevinci olmayan, karanlık bir dünyada savrulup duruyordu. İşyerindeki kızartma kokulu giriş, muhbir kapıcı kadın, sürekli limonata içişi, omlete dayanan beslenme alışkanlığı, ölmüş karısının resmi ile konuşması, terli şişman görüntüsü bize mutsuz yaşantısının ayrıntılarını veriyordu. İçinde bulunduğu ortamda mutsuzdu ama bir çıkış yolu da aramıyor gibiydi. Yaşamı tek düze sürüp gidiyordu.

Marta ve Rossi’ye sebebini bilmeden yardım etmesi(aslında bilinçaltında olmayan oğlu ile özdeşleştiriyordu gençleri)  onun içindeki cesaretin uyanmasına neden oldu. Doktor Kardoso ile konuşmaları bu konuda onun bilincini aydınlattı. Kitabın sonunda ise bu zayıf, zavallı karakter bir kahramana dönüştü.

Yazar Tabucchi’nin en büyük başarısı Pereira’nın iç dünyasındaki değişimleri yazış tekniği ile de okura yansıtması. Kitap baş karakterin gelişimi ile aydınlığa kavuşuyor. Başta sıkıcı karanlık bulduğum kitap, sonlara doğru nefes nefese okunan bir hale geliyor.

Not: Pereira iddia ediyor demek, ve bunun durmadan tekrarlanması; yazar Tabucchi’nin adını vermediği bir ünlü yazarın savunmasını okuduktan sonra bu kitabı yazması.


10.2.2006
İzmir

 

 
  O, 'mükemmel' sever

http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=ktp&haberno=4412

O, 'mükemmel' sever

Tabucchi 'Pereira İddia Ediyor'da, içsel bir arayışın ve değişimin öyküsünü anlatıyor. Yazar, okuyucuya da yakın geçmişimizi sorgulatıyor

07/10/2005 (115 defa okundu)

ESİN COŞKUN (E-mektup | Arşivi)

"Dediğim gibi, eylülde, Pereira da beni ziyaret etti. O anda ne diyeceğimi bilemedim, buna karşın edebi bir kişi görünümü altında ortaya çıkan bu belli belirsiz hayaletin bir simge, bir eğretileme olduğunu bulanık bir şekilde kavradım. Bir anlamda, son bir saygı duruşunda bulunduğum yaşlı gazetecinin doğaüstü bir yansımasıydı. Biraz rahatsızlık duyduysam da yine de onu sevgiyle karşıladım. O eylül akşamı, yolculuk etmekte olan bir ruhun kendini anlatmak, bir seçimi, bir acıyı, bir yaşamı betimlemek için bana gereksinim duyduğunu anladım belli belirsiz."
Antonio Tabucchi, Pereira İddia Ediyor adlı romanının sonuna eklediği 'not'ta, Pereira'nın onu ilk kez nasıl ziyaret ettiğini anlatır. Tabucchi, romanının başkişisi olan Pereira'yı, aslında 1930'lu ve 40'lı yıllarda Portekiz'de Salazar diktatörlüğü sırasında gazetecilik yapmış bir arkadaşının hayat hikâyesinden yola çıkarak yazdığını söyler. O dönemde bir Portekiz gazetesinde rejim karşıtı bir makale yayımlamasının ardından sürgüne giden bu gazeteci, 74 olaylarından sonra Portekiz tekrar demokrasiye kavuştuğunda ülkesine döner, ama ne yazık ki onu artık pek kimse hatırlamamaktadır. Aynı şekilde, 92 Ağustos'unda öldüğünde, naaşına son bir saygı ziyaretinde bulunan pek kimse de yoktur; belki birkaç eski arkadaş ve bir de Antonio Tabucchi dışında.
Tabucchi'nin romanın sonuna eklediği not, aslında sadece romanın nasıl ve neden oluştuğunu açıklaması bakımından değil, başka bakımlardan da önemli. Başta romana verilen ad Pereira İddia Ediyor olmak üzere, kullanılan anlatım yöntemi, tarihi arka plan, kitaptaki felsefi düzlem bu notla birlikte daha bir anlam kazanıyor.
Roman, Tabucchi'nin Türkiye'de yayımlanan diğer kitapları, Hint Gece Müziği, Ufuk Çizgisi, Damasceno Monteiro'nun Kayıp Başı, Fernando Pessoa'nın Son Üç Günü gibi, içsel bir arayışın, bir kavrayışın, değişimin öyküsünü anlatıyor aslında. 50'li yaşlarda dul bir adam olan Pereira, kalbinden rahatsız, şişman bir gazetecidir. Yıllarca Lizbon'da büyük bir gazetede yerel muhabirlik yaptıktan sonra, yeni çıkmaya başlayan Lisboa adlı bir akşam gazetesinin kültür sayfasının sorumlusu olur. Bu kültür sayfası için 'Anımsamalar' başlığı altında ölmüş büyük yazarları anan yazılar yazmanın yanı sıra, bir gün edebiyat dergisinin birinde okuduğu ölüm üzerine bir makale, Pereira'nın aklına, ölebilecek yazarlar üzerine ölüm yazıları yazma düşüncesini getirir. Böylece, dergide okuduğu felsefi yazının sahibi Monteiro Rossi'yle bağlantıya geçerek, ondan bu ölüm yazılarını kaleme almasını ister.
 

Pereira sorgulamaya başlıyor
Pereira'nın, Rossi ve kız arkadaşı Marta ile tanışmasıyla birlikte içsel yolculuğu da başlar. Bu yolculuk Pereira'nın hem geçmiş yaşantısını, hem inanç ve düşüncelerini hem de kişiliğini sorgulamasına neden olacaktır. Böyle sancılı bir süreci yaşayan Pereira aynı zamanda daha önce hiç olmadığı kadar dünyada ve çevresinde olanlara ilgi duymaya başlar. Kendi 'ben'inin derinlerine daldıkça ve ruhsal bir değişim, olduğundan başka türlü olma arzusu ya da belki ülkesinde, dünyada olan bitenlere karşı bir şeyler yapma ihtiyacı Pereira'yı etkisi altına almaya başlar. Başlangıçta Pereira'nın hissettiği bir 'pişman olma ihtiyacı'dır aslında. Ama neden pişmanlık duyabileceğini ya da neden pişman olma arzusu hissettiğini bir türlü kendine açıklayamaz Pereira. Çünkü geçmiş yaşantısını sevmekte, hatta geçmişe özlem duymaktadır: Edebiyat öğrenimi görmekten, gençlik yıllarından, karısıyla birlikte paylaştıkları yaşamdan, yıllarca gazeteci olarak çalışmaktan asla pişmanlık duymamıştır Pereira. Ama şimdi Monteiro Rossi ve kız arkadaşı Marta vardır... Edebiyattan çok politikayla ilgilenen ve İspanya'daki iç savaşta Cumhuriyetçilere yardım etmeye çalışan Rossi ve Marta...
"Ya bu iki genç haklıysa? O zaman, sadece onlar haklı olurlar, dedi sakin bir şekilde Doktor Cardoso, ama tarih söyleyecek bunu, siz değil Doktor Pereira. Evet, dedi Pereira, ama eğer onlar haklıysa, benim yaşamımın anlamı yok olur. Coimbra'da edebiyat okumuş olmanın ve hep edebiyatın dünyada en önemli şey olduğuna inanmış olmanın anlamı kalmaz, görüşümü dışavuramadığım ve on dokuzuncu yüzyıl Fransa'sından anlatılar yayınlamak zorunda olduğum şu akşam gazetesinin kültür sayfasından sorumlu olmanın da anlamı kalmaz ve işte bu yüzden pişman olma gereksinimi duyuyorum, sanki ben her zaman gazetecilik yapmış Pereira değil de, başka biriyim, sanki bir şeyleri yadsımam gerekiyor."
 

Simgesel anlatımı takip et
Antonio Tabucchi, Pereira'nın yaşadığı değişimin içsel sarsıntılarını ve bunların hem bedenine hem de yaşantısına olan etkilerini kitapta mükemmel bir şekilde betimlemiş. Onun insan ruhundaki değişim ihtiyacını, ülkesinde ve dünyada olan bitenlerden duyduğu rahatsızlığın, huzursuzluğun yaşamındaki ve ruhundaki yansımalarını anlatmakta hiç zorluk çekmemiş ve kitap her bakımdan usta bir yazarlık örneği. Başta romanın adı 'Pereira İddi Ediyor' olmak üzere. Çünkü gerçekten de Pereira iddia ediyor: Pereira ruhunun ve hayatının ortaya çıkan yeni olgularla birlikte değiştiğini iddia ediyor; her insanının yaşamında birçok kez yeni olgularla birlikte değişim geçirdiğini ve belki de hayatın bu değişimlerin bir bütünü olduğunu, insan ruhunun ve kişiliğinin bu değişimlerle birlikte geliştiğini ve ölümün yaşama anlam katıp, değişim gereğini zorladığını iddia ediyor. Bunları Pereira'nın ağzından Tabucchi iddia ediyor ya da belki, bir eylül akşamı onu ziyaret eden yaşlı gazetecinin (Pereira'nın) ruhu iddia ediyor.
Kitapta gerçek hikâyeye yapılan gönderme çok açık, ama ancak sondaki not okunduğunda daha bir anlam kazanıyor. Aynı şekilde, Tabucchi'nin romanında simgeler, çağrışımlar, eğretilemeler önemli bir yer tutuyor. Ruh ve bedenin dirilişi üzerine olan konuşmalar, insanın baskın ben'i ve ruhların birleşikliği kuramı hem kitabın felsefi boyutunu genişletiyor, hem yine kitabın ortaya çıkmasına neden olan ziyaretle açık bir bağlantı kuruyor. Tabucchi'nin 'Yeni Romancılar'ı çağrıştıran dili de bu simgeselliği artırarak kuvvetlendirmiş. Ve sonuçta ortaya her bakımdan mükemmel bir edebiyat eseri çıkmış.

 

  • PEREIRA İDDİA EDİYOR
    Antonio Tabucchi, Çeviren: Münir H. Göle, Can Yayınları, 2005, 167 sayfa, 9 YTL.

  •   Can Yayınları

    1943 yılında Pisa'da doğan Antonio Tabucchi, Sienna Üniversitesi'nde Portekiz edebiyatı dersleri vermektedir. Portekizli eşiyle birlikte Fernando Pessoa'nın eserlerini İtalyanca'ya kazandıran Tabucchi'nin iki çocuğu vardır. Zamanını Toscana'daki eviyle Lizbon arasında geçirir. Üniversite görevlisi olarak `Avrupa dışı ülkelerde Avrupa kökenli kitaplıklar' projesi için Güney Amerika ve Hindistan'da birçok arşiv araştırması yapmıştır. İtalyan ve yabancı dergilerde çok sayıda eleştiri yazısı ve deneme yayınlamıştır. Birçok dile çevrilmiş başlıca eserleri şunlardır: Piazza d'Italia (1975), Il Piccolo Naviglio (1978), Il Gioco del Rovescio (1981), Donna di Porto Pim (1983), Hint Gece Müziği (Notturno Indiano, 1984), Piccoli Equivoci senza Importanza (1985), Ufuk Çizgisi (Il Filo dell'Orizonte, 1986), Fernando Pessoa'nın Son Üç Günü, Bir Sayıklama (Gli ultimi tre giorni di Fernando Pessoa, 1986), Requiem (1991), I Volatili del Beato Angelica (1987), I Dialoghi Mancati (1988), Un Baula Piena di Gente (1990), L'Angela Nera (1991), Sagni di Sagni (1992).


    Antonio Tabucchi
    PEREIRA İDDİA EDİYOR

    http://www.canyayinlari.com/ilkbolum_yazdir.asp?id=1622

    Pereira, onunla bir yaz günü tanışmış olduğunu iddia ediyor. Güneşli, esintili, harika bir yaz günüydü ve Lizbon ışıldıyordu. Anlaşıldığı kadarıyla, Pereira yazı işlerindeydi ve ne yapacağını bilemiyordu, müdür tatildeydi ve Pereira kültür sayfasını hazırlamak zorundaydı, çünkü bundan böyle Lisboa gazetesinin bir kültür sayfası vardı, bu sayfanın sorumluluğu da ona verilmişti. Ve o, Pereira, ölümü düşünüyordu. Bu güzel yaz gününde, Atlantik esintisi ağaçların doruklarını okşarken, güneş ışıldarken ve kent pırıldarken, evet, kent penceresinin altında tam anlamıyla pırıldıyordu, ve gökyüzü maviyken, gökyüzü hiç görülmemiş mavilikte ve neredeyse insanın gözlerini yakan bir netlikteyken ölümü düşlemeye başladı, diye iddia ediyor Pereira. Neden? Bu konuda Pereira’nın söyleyeceği bir şeyi yok. Belki çocukluğunda babası Yaşlı Pereira adında bir cenaze levazımatçısı dükkânının sahibi olduğu için, belki de birkaç yıl önce karısı veremden öldüğü için ya da kendisi şişman, kalp hastası ve yüksek tansiyonlu olduğu ve doktoru böyle devam ederse çok yaşamayacağını söylediği için; sonuçta, Pereira ölümü düşündüğünü iddia ediyor. Ve rastlantı sonucu, salt rastlantı sonucu, Pereira bir derginin sayfalarını karıştırmaya başladı. Edebî bir dergiydi, ama içinde bir de felsefe bölümü vardı. Belki de avangard dergilerden biriydi. Pereira pek emin değil, ama dergiye yazanların çoğunluğu Katolik’ti. Pereira da Katolik’ti, en azından o sırada kendini Katolik, iyi bir Katolik olarak görüyordu, yine de inanmaya pek yanaşmadığı bir şey vardı: bedenin yeniden dirilişi. Ruha inanıyordu, kesinlikle, çünkü bir ruhu olduğundan emindi; ama beden, ruhunu saran bütün bu et tabakası, hayır, bu dirilemezdi, dirilmesine ne gerek vardı ki? Her gün ona eşlik eden yağ, merdivenleri çıkarkenki ter, soluk kesilmesi, bütün bunlar neden dirilmeliydi ki? Hayır, bunu başka bir yaşamda, sonsuzlukta falan artık istemiyordu Pereira, bedenin dirilişine inanmak istemiyordu. Böylece, can sıkıntısının yarattığı bir kayıtsızlıkla yeniden dergiyi karıştırmaya girişti, dergide şöyle bir makale buldu: ‘Geçen ay Lizbon Üniversitesi’nde tartışılan bir incelemeden, ölüm üzerine düşüncelerle ilgili bir bölüm yayınlıyoruz. Yazarı Francesco Monteiro Rossi, felsefe dalını en yüksek dereceyle bitirmiştir. Bu, denemenin sadece bir bölümüdür, yakın gelecekte yazarın yeniden bizimle işbirliği yapacağını umuyoruz.’
    Pereira, başlığı olmayan makaleyi önceleri dalgın bir şekilde okuduğunu iddia ediyor, sonra da farkına varmadan başa dönüp bir bölümünü kâğıda geçirmiş. Neden mi yapmış bunu? Pereira bunu söyleyecek durumda değil. Belki bu Katolik avangard dergi onu rahatsız ediyordu, belki o gün, kendisi koyu Katolik olmasına karşın, Katoliklik de avangardlık da canına tak etmişti, belki de Lizbon’un şu pırıltılı yazında, üzerine tüm ağırlığıyla çöken şu kütleyle, bedenin yeni-den dirilişi fikrinden nefret ediyordu; ne olursa olsun makaleyi kopya etmeye girişti, belki de nedeni dergiyi bir an önce çöp sepetine atabilmekti.
    Makalenin tamamını kopya etmediğini iddia ediyor Pereira, sadece birkaç satırını yazmış, şu satırları da belge olarak gösteriyor: ‘Varlığımızın anlamını en derin ve genel bir şekilde belirleyen bağlantı, yaşamın ölümle olan ilişkisidir, çünkü varlığımızın ölümle sınırlı olması, yaşamın anlaşılması ve değerlendirilmesi için gereklidir.’ Sonra Pereira telefon rehberini alıp Rossi, ne tuhaf bir ad, rehberde olsa olsa bir tane vardır, diye düşündü ve iddiasına göre tek bir numara çevirdi, çünkü numarayı çok iyi hatırlıyor. Hattın öbür ucundaki ses, alo, dedi. Alo, dedi Pereira, burası Lisboa gazetesi. Ses, evet, dedi. Lisboa, birkaç ay önce doğmuş bir Lizbon gazetesidir, demiş olduğunu iddia ediyor Pereira. Bilmem hiç okudunuz mu, apolitik ve bağımsız bir gazeteyiz, ama ruha inanıyoruz, yani Katolik eğilimlerimiz olduğunu söylemek istiyorum, Bay Monteiro Rossi ile görüşebilir miyim? Ahizenin öteki ucunda bir anlık bir sessizlik oldu, diye iddia ediyor Pereira, sonra ses Monteiro Rossi’nin kendisi olduğunu söyledi ve ruhla ilgilenmediğini ekledi. Pereira da birkaç saniye sessiz kaldı, çünkü ölüm üzerinde bu denli derin düşüncelere imzasını atan birinin, ruh üzerine kafa yormamış olması garibine gitmişti, diye iddia ediyor Pereira. O zaman da bir yanlış anlama olduğunu düşündü ve bedenin yeniden dirilişi fikri geldi hemen aklına, bu da sabit fikirlerinden biriydi; Bay Monteiro Rossi’nin ölüm hakkındaki makalesini okuduğunu söyledi, sonra eğer Bay Monteiro Rossi’nin aklından geçen buysa, kendisinin de, yani Pereira’nın bedenin dirilişine inanmadığını ekledi. Özetle, Pereira’nın zihni karışmıştı, diye iddia ediyor Pereira; bu da onu kızdırdı, özellikle kendine kızmasına neden oldu, çünkü tanımadığı birine telefon edip ruh ve bedenin dirilişi gibi çok hassas, hatta özel şeylerden söz etmek gibi kötü bir duruma düşürmüştü kendini. Pereira pişman oldu, diye iddia ediyor Pereira, az kalsın telefonu kapatıyordu, ama sonradan, nasıl olduysa devam etme gücünü kendinde buldu; adının Pereira, Doktor Pereira olduğunu, Lisboa’nın kültür sayfasını yönettiğini, Lisboa’nın şimdilik bir akşam gazetesi olduğunu, yani başkentin öteki gazeteleriyle aşık atamayacağını bildiğini, ama er veya geç yol alıp kendine bir yer edineceğine inandığını söyledi. Lisboa’nın sayfalarını şimdilik daha çok gönül işlerine ayırdığı doğruydu, ama cumartesileri bir kültür sayfası da çıkarmaya karar vermişlerdi, yazı işlerinin kadrosu henüz tam değildi, bu yüzden bir köşe yazısı üstlenecek ve gazeteye dışarıdan destek olacak birine gereksinim duyuyorlardı.
    Monteiro Rossi adlı kişi hiç beklemeden, hemen o gün yazı işlerine uğrayacağını geveledi, diye iddia ediyor Pereira. Rossi, ayrıca işle ilgilendiğini, bütün işlerin onu ilgilendirdiğini söyledi, çünkü, evet, üniversiteyi bitirmişti ve geçimini sağlamak zorundaydı, gerçekten çalışmaya ihtiyacı vardı. Ama Pereira şimdilik yazı işlerinde buluşmamanın daha yerinde olduğunu söyleyecek kadar tedbirliydi, dışarda bir yerde buluşmak, kentte bir randevu vermek daha uygun düşerdi. Bunu söylemesinin nedeni, diye iddia ediyor Pereira, Rua Rodrigo da Fonseca’daki tıknefes vantilatörün sürekli vızladığı ve her şeye kuşkuyla bakıp zamanını kızartma yapmakla geçiren cadaloz kapıcı kadın yüzünden sürekli kızartma kokusunun hüküm sürdüğü şu ufak sefil odaya tanımadığı birini çağırmak istememesiydi. Ayrıca, Lisboa’nın kültür sayfasının yazı iş-lerinin sadece ondan, Pereira’dan, kümesinde sıcaktan ve sıkıntıdan terleyen tek bir adamdan ibaret olduğunun anlaşılmasını da istemiyordu. Pereira kentte bir yerde buluşmalarını önerdiğini iddia ediyor. Monteiro Rossi de şöyle karşılık vermiş: Bu akşam Praça de Alegria’da bir halk gecesi var, şarkılar söylenecek, gitar çalınacak, ben de bir Napoliten şarkı söylemek için çağrılıyım. Belki biliyorsunuz, yarı İtalyanım, ama Napoli şivesini hiç bilmem, her neyse, lokalin sahibi bana dışarda bir masa ayırdı, masanın üstünde Monteiro Rossi yazılı küçük bir kart olacak, orada görüşmeye ne dersiniz? Pereira, evet dediğini iddia ediyor, sonra telefonu kapatıp terini sildi. Derken ‘Anımsamalar’ başlıklı kısa bir köşe yazısı yazmak gibi harika bir fikir geldi aklına, hemen ertesi cumartesi yayınlamayı düşündü makaleyi. Belki de İtalya’yı düşündüğü için kurulmuş makine gibi başlığı yazdı: İki yıl önce bugün, Luigi Pirandello aramızdan ayrıldı. Sonra altbaşlığı yazdı: ‘Büyük tiyatro yazarının, Lizbon’da Düş Bu, Belki de Değil1 adlı oyunu sah-nelenmişti. Yirmibeş Temmuz bindokuzyüzotuzsekiz günüydü ve Lizbon bir Atlantik esintisinin mavi gökyüzü altında parıldıyordu,’ diye iddia ediyor Pereira.