José Saramago
Portekiz'in en tanınmış yazarlarından olan Jose Saramago, 16 Ekim
1922 tarihinde Azinhaga köyünde doğdu. Henüz üç yaşındayken, ailesi
Lizbon'a taşındı. Ekonomik sıkıntılar nedeniyle yükseköğrenim yapamayarak,
başka işlere yönelmek zorunda kaldı; sağlık görevlisi, yayıncı,
çevirmen, gazeteci olarak çalıştı. 1947 yılında ilk romanı olan
“Terra do Pecado”yu yazdı. Oniki yıl boyunca bir yayınevinde yayın
yönetmenliği ve “New Seara” dergisinde edebiyat eleştirmenliği yaptı.
1972-1973 yıllarında “Daily Periodical of Lisbon”da siyasi makaleler
yazdı. Portekiz Yazarlar Birliği'nin yönetim kurulunda görev aldı.
1975 yılı Nisan ve Ekim ayları arasında “Daily one of Notice”de
genel yayın yönetmeni yardımcısı olarak çalıştı. 1976 yılından beri
ise, yalnızca yapıtlarından gelen gelirlerle yaşamaktadır. Bir komünist
olan Saramago, Antonio Salazar'ın diktatörlüğüne karşı mücadele
etti ve ilk kitabını izleyen 18 yılda gazeteci olarak çalışırken,
yalnızca seyahat ve şiir kitapları yazdı. Salazar rejimi 1974 yılında
yıkıldıktan sonra tekrar roman yazmaya başladı. Eleştirmenler, Saramago'nun
çalışmalarında, Latin Amerika mistisizmini realizmle kaynaştırdığını
belirtiyorlar.
Saramago'nun uluslararası düzeyde tanınmasını sağlayan yapıtı, 1983
yılında yayınlanan Memorial do Convento'dur. Opera olarak da sahnelenen
bu yapıt, bireyler ve örgütlü din arasındaki savaşı inceleyerek,
Saramago'nun otoriteye karşı uzun mücadelesini de yansıtıyordu.
Fernando Pessoa'nın takma isimlerinden biri olan Ricardo Reis'in
Lizbon'a dönüp yaratıcısıyla karşılaşmasını konu alan O Ana da Morte
de Ricardo Reis, 1984 yılında yayınlandı. Saramago'nun en ironik
yapıtı sayılan Historia do Cerco de Lisboa da (1988) tarih üzerine
kurulu bir denemedir. 1995 yılına ait Körlük, insan varoluşunun
özü, tanrı ve şeytan hakkında bir romandır. 1997 yılında ise, sıradan
bir memur olan Senhor José'nin çevresinde dönen bir roman olan Bütün
İsimler yayınlandı. Bunların dışında yazar, The Manual of Painting
and Calligraphy, Terra do Pecado gibi romanlara da imzasını atmıştır.
Saramago'nun yapıtlarının arasında iki şiir kitabı, birçok deneme,
oyun ve roman vardır. Bunların arasında özellikle romanlarıyla birçok
ödüller almış olan Saramago'nun edebiyat yaşamının asıl meyvesi,
1998 yılında aldığı Nobel Edebiyat Ödülü'dür. Yapıtlarındaki hayalgücü,
sevecenlik ve ironiyle anlaşılması zor gerçeklerin kavranmasını
sağlayarak çağımızın en önemli edebiyatçıları arasında yerini alan
Saramago, halen Kanarya Adaları'nda yaşamaktadır. Saramago Türkçe'de
Körlük, Umut Tarlaları, Bütün İsimler, Yitik Adanın Öyküsü
gibi romanlarıyla tanınmaktadır.
http://www.canyayinlari.com/
http://www.kadinlarkulubu.com/kitap-ozetleri/229401-korluk-ozet-josi-saramago.html
Körlük / José Saramago
Arabasının içinde geçmesine izin verecek, ya da geçmek için kendini
haklı göreceği yeşil ışığı beklerken kör olan bir adamın duyduğu
korku ve çaresizlikle başlar, Saramago’ nun modern insan ve onun
üretiği liberal demokrasiye eleştirilerini anlatır bu kitap…
Körlük o denli hızlı yayılır ki, yayılma hızı Etna’ nın püskürmesiyle
civarında ne kadar yerleşim varsa lavların altında kalmasına benzetilir.
Saramago’ nun da yarattığı, yada zaten olan ama görmek için kafaların
kumdan çıkması gerektiği bir çürüyüşün öyküsüdür körlük.
Arabasında kör olan adamın yardımına giden hırsız, ve bu iki adamı
tedavi etmeye çalışan doktor hepsi kör olurlar. İktidar derhal çözümü
bulur! Bu insanları eski bir akıl hastanesine kapatır. Bu noktada…
Michel Foucault’ un şu sözleri körler ülkesin edönen dünyamızı bu
romanla bir kere daha açığa vurmaktadır. “Hapishanenin tarihi, gözetim
altında tutma ve cezalandırmanın tarihidir.”
Tutsaklık günleri ertesi sabah duyulan anonsla başlar. Buyruklar
kesindir! Kimse dışarıya çıkmaya çalışmayacaktır. Özgürlük istemi
iktidarın en ağır olarak gördüğü ölüm cezasıyla sonlandırılacaktır.
Günler geçer, körlük ülkede gitgide yayılır. İlk başlarda her şey
kontrol altında gibi görünse de, sonradan hastalığın iktidarı da
kemirmeye başlamasıyla kaos baş gösterir.
Aslında durumun kendisi başlı başına bir açmazdır, ancak iktidara
özgü sistem her şey kontrol altında demekle başlar, aslında her
şeyin eskisi gibi olmayacağını bile bile..
Saramago’ nun bu duruma dair neyin kaos, neyinse düzen olduğu sorusunu
buluruz karşımızda.
Gerçekten de düzen denilen olgu ve onun tezahürü demokrasi çıplak
gerçeği görmemize ve krallara çıplak dememize ne kadar müsaade etmektedir?
Hastane görünümlü bu yeni hapishanede sayı her geçen gün artar ve
bireyler oto kontrolü yavaş yavaş terk ederler. Çeteler, ölümler,
ve açlık sıradanlaşır; yani insanlar gitgide şaşkınlıklarını ve
onurlarını kaybetmeye başlarlar. Bu noktada iletişim araçlarının
baş döndürücü şekilde ilerlemesinin, insanların tepkilerinde nasıl
bir uyuşmaya neden olduğu, ve gerçek denilen kavramın modern insanın
zihninde nasıl bir çelişkiler yumağına dönerek kavramın özünün akıp
gittiğine şahit oluruz. Öyle ki…. Akşam yemeğinde televizyonda insanların
öldürülmesine bakarken diğer yandan şu tuzu uzatır mısın demeyenimiz
yoktur.
Oysa orta çağın karanlıklarından bahsederken es geçilmez kazıklı
voyvoda. O da kurbanlarının işkence gördükleri sırada ziyafet çekmektedir
kendine. Elbette hem kişilerin niyeti, hem de durumlar aynı değildir.
Ancak olayın karşısında ortaya çıkan tepkisizlik son derece benzerlikler
göstermesi bakımından manidardır. Zamanla doktor, karısı ve çevresindekilere
karşı önceleri tavizler koparmakla işe başlayan, sonrasında ise
insanları gözlerini kırpmadan öldüren bir çete ortaya çıkar. Burada
William Golding’ in “Sineklerin Tanrısı” adlı kitabının sonundaki
bir analiz son derece ufuk açıcı olacaktır. W.Golding’ e göre, insan
iktidarı ve onun cismani temsilcisi olan yasaların onu denetlemediğine
dair bir fikir edinirse, eskilerin deyişiyle aslına rücu eder ve
özünde yer alan yıkıcı yanı ortaya çıkar. Doktor, karısı ve etrafındaki
insanlar gitgide daha zor duruma düşerler. İşler o noktaya gelir
dayanır ki doktorun karısı kendilerine baskı yapan çetenin başında
bulunan adamın boynunu makasla parçalar. Saramago, ahlak, seçme
özgürlüğü, ve insanın yapabileceklerinin sınırlarını cesurca sorgular
bu kitapta. İnsan denilen varlığın ne tam iyi, ne de tam kötü gibi
nitelemelerle anlaşılamayacağını anlatır bize, Portekizli büyük
düşünür. Doktorun karısının ağzından duyarız, insan denilen varlığın
hem ışığı doğuran, hem ışık söndüren, nevi şahsına münhasır var
oluş kayrasını. “Bir insan öldürdüm, bunu yapabileceğime hiç düşünmezdim.
Ama şimdi bir insan daha öldürüp öldüremeyeceğimi bilmiyorum!”
Artık ülkede gören kimse kalmamıştır, kahramanlarımız düştükleri
hapishaneden büyük bir yangın neticesinde kurtulurlar. Yavaş yavaş
ilk şoku üzerlerinden atmaya çalışırken diğer yandan da hayatta
kalmak için uğraş verirler. Doktorun karısının gözlerinin görmesi,
ve olaylar karşısındaki sakin fakat manik hali, çağımızın olanı
olduğu gibi kabullenmeyen,ve sorgulamayı bir hayat tarzı haline
getirmiş bireylerin nasıl bir ruh hali içinde olabileceğine dair
ipucu verir.
Son bölümdeyse, doktorun evine ulaşılır ve eski kurallar anımsanmaya,
ve yeniden bir düzen kurulmaya girişilir. Son sahne ise belleğimize
çıkmamak üzere kazınır! Salgın bitmiş ve herkes tekrar görmeye başlamıştır.
Doktorun karısı ise her an beklediği körlüğün artık kendisini bulduğuna
inanır, ancak gördüğü herkes onu da görmektedir.
|
|
"KÖRLÜK" ÜZERİNE
NOTLAR
Yücel Nural
İnsanlık varoluş
gerçeğinin acılı yükünü omuzlarında taşıyor. İnsaniyet ise
çok kırılgan bir kavram. Sosyal ve hatta ekonomik bir felaket
yani Maddesel alt yapıda bir yıkım, sosyal psişenin üst yapısal
katmanlarını aşındırıyor.
Yaşamın varoluşsal gerçekliğinin
saldırısına uğrayan Toplum; (transcendente) aşkın, yüce ,üstün
referanslarından soyutlanarak, iç dürtülerin spontanlığına yakalanıyor.
Doğal ve sosyal çevre, hatta bireyin kendisi artık kişi için ölümcül
bir düşmana dönüşüyor. Ve insan ahlaki, dini, öğretisel geleneksel
ve duygusal edinimlerinden soyunup ilkel doğallığına dönüyor.
‘Körlük’adlı yapıtında Saramago,
yargılamaları bir yana bırakarak, insanlığın evrensel sorunu olan,
(hala daha,21. yy’da bile) doğanın ve kendi doğasının karşısındaki
güçsüzlüğünü ve çaresizliğini, realist Zola’yı bile gerilerde
bırakan naturalist, bir anlatımla betimliyor.
Kuşkusuz, Saramago, bir yirminci
yüzyıl yazarı olarak insanlığın maruz kaldığı toplumsal yıkımları
gözlemlemiş, iki dünya savaşının, faşizmin şiddetinin, toplama kamplarının,
açlığa mahkum milyonlarca insanın acısını derinden duymuş ve Salazar'ın
diktatörlüğüne baş kaldırmış bir yazar olarak tabii ki, birikimlerini
eserlerine aktarmıştır.
Körlük’te birdenbire toplumsal bir
körleşme felaketine uğrayan insanların içine düştükleri durum da
Nazi toplama kamplarında yaşanan cehennem manzaralarını çağrıştırıyor.
Saramago’nun komünist kimliği ise,
eserlerinde Hristiyan alt kültürünün ip uçlarını sergilemesine engel
teşkil etmiyor.Örneğin, kör grubunu selamete, kurtuluşa doğru yönlendiren
doktorun karısı, İsa Mesihin, kuzularını selamete doğru güden çoban
figürünü anımsatıyor. Doktorun karısı topluluğunun içinde
siyasi ve ahlaki otoritesiyle anlam kazanmakla kalmıyor, tanrısal
bir kurtarıcı kimliği sergiliyor. Zaten romanın sonlarındaki (Deus-ex-machina)
tarzı iyileşme de, her ne kadar mutlu bir son gibi sunulsa da, felaketin
üstesinden gelen toplumun kendisi değildir. Bu sonda insanlık adına
hiç de umutlu bir sonuca tanık olamıyoruz. İyileşme
olup herkes bayram ederken, doktorun karısının gözlerinden akan
yaşlar da, mutlu sonun sevincinden, büyük bir yükten kurtulmanın
hafifliğinden, veya önceki güçlü mevkiini yitirmiş olmanın hayal
kırıklığından değil, bence, insanlara selamet yolunu kendi sezgileri
ve güçleri ile bulduramamış olmanın hezimetinden kaynaklanmaktadır.
İnsanlığın varoluş gerçeğinin acımasızlığı
karşısında ne kadar çaresiz olduğunu Saramago’nun satırlarından
okurken ,hep, 1530’larda yaşamış olan Bruegel’in tabloları gözümün
önüne geldi. Acaba yazar bu orta çağ sonu ressamının eserlerinden
etkilenmiş olabilir mi diye düşünmekten kendimi alamadım.
Biribirinden hayli uzakta olan bu iki çağın iki sanatçısı yaşama
sanki ayni gözlükle bakıyordu. Yoksa aradan geçen yüzyıllar
insanları hiç mi geliştirmemişti? Bütün insanlık bir beyaz
körlük içinde miydi,hala? Kitabın 114’üncü sayfasında :’...en
kötüsü de aile bireylerinin.....kısa süre içinde kör olmaları......biribirine
yardım edemeyecek durumda ol (maları)....bunu yapacak olsalar hani
şu ünlü tabloda birbirlerine tutunup hep birlikte yürüyen, hep birlikte
yere yuvarlanan, hep birlikte ölen körlerden farkları kalmazdı!’
cümlesi yanılmadığım duygusunu güçlendirdi. Söz konusu tablo
Ressamın ‘Körler meseli’ adlı
eseriydi. Bruegel İncilden bir pasaj olan ‘Bir körü bir başka
kör güderse ikisi de bir çukura düşer!’ cümlesinden yola çıkarak
bu tabloyu yapmış. (Diğer bir tablo da yine Breughel'in
Ölüm tablosudur)
Günümüzde insanlığın yaşadığı
büyük Güneydoğu Asya felaketi insanlık olarak içinde yaşadığımız
körlüğü bir kez daha yüzümüze vurdu. Bruegel’in eserlerindeki
o, savaşlar, salgın hastalıklar, din terörü, doğanın acımasızlığı,
cehalet felaketi altında ezilmiş, naif ortaçağ insanının ürkünç
zavallılığı yirmibirinci yüzyılda, hala, insanlığa hakim.
İçinde yuvarlandığımız beyaz körlük, acaba, bir gün iyileşecek mi?
Ne yazık ki ‘DEUS-EX-MACHİNA’ sadece
edebiyatta var. Gerçek hayatta yok!
-----------------------------------------
(Deus-ex-machina) bazı piyes yahut romanlarda hiç neden yokken birden
ortaya çıkan çözümü ifade eden Latince bir deyim.
12.01.2005
Saramago’dan politik bir taşlama KEMAL VAROL
Büyülü gerçekçilik akımının yaşayan en
önemli üyelerinden, 1998 Nobel edebiyat ödülü sahibi José Saramago,
edebiyat dünyasındaki şöhretini biraz da Körlük romanına borçludur.
Saramago’nun sonraki romanlarında görülen temel yönelimler büyük
oranda bu kitapta karşımıza çıkar.
Körlük, araba kullanmakta olan bir adamın yeşil ışığın yanmasını
beklerken ansızın körleşmesiyle başlar. Adamın körlüğü başvurduğu
doktora da bulaşır. Bu körlük, bir salgın hastalık gibi bütün şehre
yayılır; öldürücü olmasa da bütün etik değerleri yok etmeyi başarır.
Toplum, görmeyen gözlerle cinayetlere, tecavüzlere tanık olur. Koca
şehirde körlükten kurtulan tek kişi, göz doktorunun karısıdır. Bu
çarpıcı roman, büyülü gerçekçilik akımının bütün yönelimlerini içinde
barındırması bakımından ayrıca önem taşır. Körlük olgusunu bir metafor
olarak kullanan Saramago, basit imgelerle, sözcük oyunlarına başvurmadan,
yoğun anlatımla, anlatıcı ile kahramanların konuşmalarını ortaklaşa
bir monoloğa dönüştürerek “liberal demokrasinin” insanları sürüklediği
sağlıksız ortamı büyük bir ustalıkla anlatır bu kitabında.
Körlük’ün kaldığı yerden…
José Saramago’nun Türkçede yeni yayımlanan Görmek romanı, Körlük’le
aynı kutup üzerinde ilerliyor. Adı belirsiz bir ülkenin başkentinde
seçim günü bardaktan boşanırcasına yağmur yağınca kimse oy vermeye
gitmez. Öğleden sonra sandıkların kapanmasına yakın bir saatte yağmur
durunca, seçmenler sanki emir almışçasına oy vermeye koşar. Ama
sandıklar açılınca, kullanılan oyların büyük çoğunluğunun boş olduğu
görülür. Sağ, merkez ve sol parti oyların çok küçük bir bölümünü
alabilmiştir. Boş oyların fazlalığını yağmurun yağışına bağlayan
ülke yönetimi bir hafta sonra seçimleri yeniler ama güneşli günde
yapılan seçimlerin sonucu daha da vahim çıkar: Bu sefer, kullanılan
oyların yüzde 83’ü boş çıkmıştır. Halkın arasına salınan muhbirlerden
tüm güvenlik birimlerine kadar hiç kimse halkın neden boş oy kullandığı
konusunda tatmin edici bir cevap bulamaz.
Zamanla bu durumun bozguncu bir grubun, dahası uluslararası anarşist
bir örgütün işi olduğunu düşünen hükümet olağanüstü hal ilan eder.
Ama ortada sıkıyönetimi gerektirecek bir neden yoktur. Çünkü halk
kendi tercihini yapmış ve seçimde boş oy kullanmıştır. Ama bu durumu
önemli bir tehlike olarak gören hükümet, (çoğu zaman bizde de olduğu
gibi) yaşanan herhangi bir olayı dış mihrakların bir oyunu olarak
yorumlayıp halkı cezalandırmak için devletin başkentini başka bir
yere taşıma kararı alır. İlginç bir şekilde, başkentin taşınması
ve devletin bütün güvenlik birimleriyle şehirden çekilmesinin ardından,
başkentte kargaşanın hâkim olması beklenirken şehirde tek bir olumsuz
olay yaşanmaz. Hatta eskisinden daha güvenli bir yere dönüşmüştür
şehir. Hükümet kuvvetleri, seçimlerde boş oy kullanan halkın kendisine
ihtiyaç duyması için bilerek kargaşa yaratır ve bu kargaşanın yegâne
kurtarıcısı olarak kendini göstermeye çalışır. Ama tüm çabalar sonuçsuz
kalır. Nihayetinde, yıllar önce şehri saran “körlük salgını”ndan
kurtulan tek kişinin bu olayla (boş oy kullanma eylemiyle) ilişkili
olduğundan kuşkulanılır. “Beyaz veba”nın öteki şehirlere de yayılmasını
önlemek için başkent ablukaya alınır ve bir komiser “suçlular”ı
bulmakla görevlendirilir. Körlük salgınında gözlerini kaybetmeyen
tek kişi olan doktorun karısını bu boş oy verme eyleminin günah
keçisi yapmak amacıyla yola çıkan polis komiseriyle beraber romanın
seyri de değişmeye başlar. Bizdeki derin devleti andıran bir organizasyon
birtakım operasyonlara başvurur. Tâ ki halkın sessizliği bozulana
kadar. Demokrasinin kırılganlığı ve hükümetlerce saptırılması üzerine
şaşırtıcı bir taşlama olan Görmek, günümüz edebiyatının üslup ustasından
derin bir çağ eleştirisi niteliğinde.
Apaçık bir şekilde fantastik unsurlardan yola çıkan Saramago,
çoklukla üçüncü dünya ülkelerinde karşımıza çıkan birtakım olaylara
karşı etkili bir politik taşlamanın örneğini veriyor bu romanında.
Bunu yaparken de büyülü gerçekçiliğin en etkili silahlarından olan
fantastik unsurlardan yararlanıyor. Murat Belge’nin deyişiyle daha
çok bir oyunu, hatta kaçışı akla getiren fantezi, büyülü gerçekçiler
için gerçeği örtüp ondan kaçmak veya başka bir alan açmak için değil,
tam aksine gerçeği katlanılabilir bir düzeye çekmek, gerçeğin ağırlığıyla
baş etmenin ana yollarından biri olarak karşımıza çıkar. Saramago,
hiç şüphesiz fantastiğin gerçekle olan bağını iyi kurabilmiş, ikisinden
önemli bir denge oluşturabilmiş ender yazarlardan biri. Bu dengeyi
daha da ileri taşımak, daha evrensel bir hikâyeye dönüşmesini sağlamak
için de roman boyunca kahramanlarına bir ad vermiyor yazar. Ne ülkenin
neresi olduğu belli, ne de roman kahramanlarının kim olduğu açık.
Saramago, kahramanlarının çoğunu bir sıfatla niteliyor ama romanın
aslında tek bir kahramanı da yok. Ama buna rağmen dünyanın her yerinde
kolaylıkla özdeşim kurulacak bir bağlam yaratıyor yazar.
Saramago, ülke yöneticilerinin demokrasiyi korumak adına giriştikleri
birtakım kanunsuzlukların, önce hayali birtakım tehlikeler yaratıp
sonra halkı bu tehlikelerden sözümona “korumak” için demokrasi dışı
çareler aranmasının, demokrasinin kırılgan yapısının çoğu kez statükonun
korunması adına halkın aleyhine uygulamalarla zedelenmeye çalışılmasının
iyi bir eleştirisini yapıyor. Gerçekte ortada bir kargaşa yokken
sürekli olarak ülke gündemini geren gazeteleri ve onların cevval
köşe yazarlarını da ekleyince Saramago’nun anlattığı ülke ile daha
da özdeşim kuracaktır bizdeki okur.
Politik ve nesnel
Görmek romanının demokrasinin kırılganlığı ve hükümetlerce saptırılması
üzerine müthiş bir taşlama olduğu düşünülürse, bu taşlamayı yaparken
birtakım etkili biçimsel yollara da başvuruyor Saramago. Körlük’te
olduğu gibi, Görmek romanında da anlatıcı ile roman kahramanlarının
diyaloglarını tek bir monolog şeklinde sunuyor okura. Yer yer uzun
cümlelere başvursa da, bir görünüp bir kaybolan, anlatıya bazen
hınzırca müdahaleler yapıp okura göz kırpan anlatıcının kimi zaman
ironiye kaçan üslubuyla daha da keyifli bir anlatıya dönüşüyor roman.
Anlatıcı yer yer okura romanla ilgili birtakım hatırlatmalarda bulunarak,
hayali okurla söyleşerek, zaman zaman romanın akışını bölüp okuru
da bu keyifli, masalı andıran bu anlatıya dahil ediyor. Daha da
önemlisi, apaçık bir politik taşlama örneği olmasına rağmen, nesnel
bir kitap olmayı, politik bir metinken anlatıyı politik çıkarlara
heba etmemeyi de başarıyor José Saramago’nun Görmek romanı.
|