![]() |
Dava Franz Kafka |
Anasayfaya Eleştiri sayfasına 20.05.2015
|
|
||
Abidin Parıltı, 13/10/2006 tarihli Radikal Gazetesi
Kitap Eki Kafkaesk durumun nedeni ABİDİN PARILTI Kafka gücün değil güçsüzlüğün, ait olmanın değil ötekinin ve yabancılaşmanın, otorite karşısında ona/onlara biçilen yazgıya yenilmiş dünyaların yazarıdır ve bu yüzden olacak ki "Yaşam, daha başında kaybedilmiş bir savaştır" diyor. Kırk bir yıllık yaşamı boyunca aile, iş ve toplum yaşamında hep kaybedendi o. Annesine, babasına karşı evlat olarak, bürokratik bir devlet ve toplum yapılanmasına karşı birey olarak kaybedendi. Ait olmadı. O yüzden "Kendimden başka hiçbir eksiğim yok" der. Eserlerinde de hep bu felsefi bir alana oturttuğu eksikliği, zayıflığı yönlendirir onu. Bu eksiklikler, daha başından kaybedilmiş savaşlar ve biçilmiş yazgılar Kafka'yı bugüne taşıyan en önemli değerler olarak belirir. Kafka, 3 Temmuz 1883 yılında doğdu. Praglı bir Yahudi'ydi. Yahudi olduğu için Almanlar tarafından sevilmiyor, Almanca konuştuğu içinse Çekler tarafından hor görülüyordu. İşinde başarılı, aile içinde sert bir otorite olan babası Hermann Kafka içinse, Kafka ancak ve sadece bir böcekti. Tüm çocukluğu boyunca kendisini 'hiçbir şey'' gibi hisseden Kafka, bir yetişkin olduğu zaman da bu düşünce onun peşini bırakmadı. Babasıyla başlayan otorite fobisi onun hemen tüm eserlerinde kendini apaçık belli etti. Baba oğul ilişkisi(zliği) kuşkusuz en açık olarak Dönüşüm'de kendini gösterdi. Sığınağı ölümdü "Gregor Samsa bir sabah huzursuz düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu" cümlesiyle başlayan roman, okuyanı bir anda içine alır ve Samsa çaresizlik içinde ölünceye kadar orada alıkoyar. Samsa'nın insani yetenekleri kısıtlanmış, bir odaya hapis olmuş, iğrenç bir görünüm almıştır. Bir böceğin bedeninde bir insan yaşamaktadır. En dramatik ve çarpıcı olan da budur. Samsa artık ne böcektir ne de insan... İnsan olmaya devam edebilseydi yazgısında bir değişim olmayacak, kendine yabancılaşmayacak, her gün aynı saatte gittiği aynı saatte geldiği işine devam edecek, patronunu üzmeyecek, ailesinin mutlu olması için çabasını sürdürecek, mekanik bir hayatın içinde süzülüp gidecekti... Böcek olsaydı duyargaları insani kaygılara kapalı olacaktı. Ancak Samsa hem ikisidir hem de değildir. Trajedisi budur. Başkaları onu anlamamasına rağmen o başkalarını anlamakta, özellikle de kendisi için sarf edilen olumsuz sözler onu kahretmektedir. Sesi gittikçe kaybolmaktadır. Bazı değişimler içsel olurken, bazıları da bu dönüşüme karşı verilen tepkilerden kaynaklanmaktadırlar. Samsa'nın tekrar insana dönüşeceğine dair umut devam ettikçe aile ona iyi davranır ve böcek halini unutması için çaba harcar. Ancak umut tükendiğinde, Samsa da gözden çıkarılır. Nihayetinde çaresizlik, zayıflık ve tükenmişlik içinde bir köşede ölür. Samsa'nın ulaştığı nihai özgürlük, ailesi tarafından bir süpürge ve bir faraş yardımıyla atılmak olur, tıpkı Dava da Josef K.'nın öldürülerek kurtuluşa kavuşması gibi. Ölüm, Kafka'nın en önemli sığınağıdır ve yaşam kafesinden kurtulmanın yegâne yoludur. Daha başta kaybedilmiş bir savaştan böylece çekilebilmektedir ancak. Samsa burada hem baba otoritesiyle, hem duygusal yaşamın yok olmasıyla hem de ekonomik sömürü, 'meta fetişizmi' ve onun getirdiği yabancılaşma olgusuyla hesaplaşır. Dönüşüm, mutsuzluk ve düzenin dayattığı 'meta fetişizmi' karşısında insanın yabancılaşmasının romanıdır. Kafka doyuma ulaşabilmek için mutsuzluğun gerekirliliğine inanır. Kafka'da hiçbir şey kurulu düzene ve tanımlanabilen ilişkilere dayanmaz. Bazen hızlı bazen de yavaş bir parçalanış söz konusudur. Ancak buna rağmen Kafka hiçbir zaman gerçek anlamda kaçmayı istemedi der George Bataille "Onun istediği, böylesi bir dünyada dışlanmış olarak yaşamaktı. Kovulduğunu o da biliyordu. Bunu başkalarının yaptığı söylenemez; kendini bu dünyanın dışına attığı da doğru değil. Onun istediği çıkar dünyasında, sanayi ve ticaret dünyasında çekilmez biri olarak görülmekti; o varlığını, rüyaların çocuksuluğunda sürdürmek istiyordu." Kafka, Dönüşüm'ü 1912 yılında yazdı. 1912 yılının Kafka için başka bir önemli olayı da nişanlısı Felice Bauer'le tanışmasıdır. Onunla ilişkisini, üç kez ayrılıp yeniden nişanlanarak, 1919'a kadar sürdürdü. Evlenmemesine neden olarak hastalığını gösteriyordu. Oysa Kafka, evliliği bir burjuva bağı olanak nitelemiş ve edebiyat hayatını sürdürebilmesi için yalnızlığa ihtiyacı olduğunu vurgulamıştır. Nişanlısıyla bu ilişkisinden geriye beş yüzün üzerinde mektup kalmıştır. Bunlar, Kafka'nın ölümünden çok sonra 1967'de Felice'ye Mektuplar adıyla yayımlandı. Mektuplaştığı dört kadın arasında en ciddi ve önemli olanı Milena Jesenska'ydı. Milena'yla mektuplaşmaları önce bir arkadaşlık gibi başladı, daha sonra tutkulu bir aşka dönüştü. Fakat Milena evli olduğundan bu mutsuz ve imkansız aşk Kafka'yı derin acılara sürükledi. Üç yıl aralıksız mektuplaştılar ancak sadece iki ya da üç kez görüşebildiler. Bu görüşmeler Kafka'yı üzmekten öteye de geçmedi. Bu onun yaratıcılığını tetikledi. Sonraki zamanlarda edebiyat tarihinin önemli eserleri arasına girecek olan Milena'ya Mektuplar çıktı ortaya. Ve orada Kafka şöyle der: "En çok seni seviyorum diyorum ama gerçek sevgi bu değil sanırım, sen bir bıçaksın, ben de durmadan içimi deşiyorum o bıçakla dersem, gerçek sevgiyi anlatmış olurum belki..." 1912 yılı Kafka'nın yaratıcılığının doruk noktasıdır diyebiliriz. Aynı yıl Kafka bitiremediği ve ölümünden sonra (1927) yayınlanan romanı Amerika'yı da yazar. Bu roman ABD'de tutunma çabaları sonuç vermeyen on altı yaşındaki Kari Rossmann'ın başından geçenleri anlatır. Kafka Amerika'yı dünyanın öbür ucundaki bir ülkeyi hayal ederek yazar. Okyanusu geçen bir yolcu gemisinden New York'a ilk defa inmenin nasıl bir şey olacağını, büyük bir yaratıcılıkla düşünmüş ve bir dizi korkunç olay vasıtasıyla kısa yaşantısı boyunca görme şansına hiç erişemeyeceği fırsatlar diyarını adeta hep orada yaşamışçasına bir romana dönüştürür. Kafka'nın en önemli eserlerinden Dava ise 'Korku Çağı' diye adlandırılan 20. yüzyılda insanoğlunun artık neredeyse kurtulunması olanaksız bir yazgıya dönüşmüş olan kuşatmalı yaşamının hikâyesini anlatır. Bu çağa korku egemendir, çünkü insan, hemcinsleriyle insanca bir dil aracılığıyla iletişim kurabilme, böyle bir dille insanca tepkiler uyandırabilme olanağından yoksun kalmıştır. Dava'nın kahramanı K. (karakterin bir ismi bile yoktur.) tutuklandığını öğrenir. Başlangıçta tutuklanma nedenini merak etse de bu saçmalığı merak etmeyi anlamsız bulur. Ancak tüm yaşamı da davasına odaklanır. Artık yaşamının geriye kalan bir yılında her şeyi bu davadır. Bu aşamadan sonra yaşayacakları, tutuklanma öncesinde yaşayacaklarından çok da farklı değildir. K. dışındaki hiç kimse de bunun farkına varmaz ve bu dava onlara anlamsız gelmez. Farkına varmamak onları huzurlu kılarken farkındalık, K.'nın mutsuzluğunu belirler. Suçlanan, tutuklanan ve özgürlüğü elinden alınan biri olarak K. davalıdır. Suçlayan, tutuklayan olarak davacı ise toplumdur. Kafka'nın diğer eserlerinde olduğu gibi burada da esas karakter zayıflık, itilmişlik, güçsüzlük, çaresizlik gibi psikolojik durumlar içinde debelenir. Sonuç olarak diyebiliriz ki Kafka yaklaşık yüz yıl önce yazdığı eserlerinde inanılmaz bir uzak görüşlülükle bugünün 'meta fetişizmi' karşısında kendine yabancılaşmış, çaresizlik içinde yazgısını kabullenmiş, elden ayaktan kesilmiş insanını yazmıştır. Yani kendini anlamlandırırken bizi de anlatmıştır. Bugün çoğunca 'Kafkaesk' bir durumun içinde olmamızın temel nedenini Kafka'nın eserlerine yeniden yeniden dönüp baktığımızda görürüz. İthaki Yayınları şimdilik yeni ve özenli bir çeviriyle Dönüşüm ve Amerika'yı yayınladı. Yakın bir zamanda da Şato'yu sonrasında geriye kalan eserlerini yayımlayacak. Kafkaesk ve Gerçek Evrenin Tezahürleri Franz Kafka’nın 97 yıllık ‘Dava’sı Romandan bazı bölümleri aktarmak istiyorum: Joseph K. her an davasını düşünüyor. Acaba kendi savunmasını kendi yazarak
mahkemeye verse daha mı iyi olur? Kendi savunmasını yazsa, savunmada hayatının
kısa bir özetine de yer verir. |
Franz Kafka as Modernist
in criticism english essay literature An essay on Kafkaesque modernism and the (im)possibility of escape.) Modernist Movement The modernist movement in Prague influenced Kafka in many ways. The movement got started in 1897, prompted by the "Vienna Secession"; literally the "going apart". Art, architecture and literature made a radical break from convention, and the movement spread quickly. Kafka himself was influenced in this mode of thought from a young age by his science teacher at high school, Herr Gottwald. Gottwald was a Darwinist, a Positivist, and an Atheist, and no doubt planted subversive thoughts in fertile minds. In order to understand the influence of modernist thought on Kafka's work, one must be acquainted with some of the conventions of this movement. Modernism was an attempt to break with the realist movement, which portrayed art as reality, lacking a subconscious or spiritual side. The avant-garde leaders of the modernist movement were the intellectuals, artists, philosophers and scientists. A goal of modernism was to allow for a personalization of the arts, to constantly reform and reshape everything according to each person's vantage point or mindset. Modernism is also associated with an egocentric sense of one's self- a preoccupation that all of Kafka's characters share. Most important, however, are the conventions of using the theme of death or suicide in one's work and having a strong Oedipal conflict as a motivating factor to the piece. In the matter of oedipal conflict we see the connection Kafka had with Crown Prince Rudolf. Rudolf strives to be ruler but he is unable to kill his father, the Emperor Franz Josef. He therefore kills himself in what Karl calls "... a displacement of son-father murder;" he goes on to say that "... Kafka, for his part, repeatedly destroyed a surrogate self in his work, where the father figure is almost always a crushing, authoritarian, physically imposing older man." (page 12). This idea is illustrated clearly in Kafka's story The Metamorphosis; after the transformation to bug is complete and he has been seen by his family, we are told that "Pitilessly Gregor's father drove him back, hissing and crying "Shoo!" like a savage." . Obviously, this father in the story is a representation of Kafka's own father whom he feared so much; there is a similarity between the father's approach in The Metamorphosis to that which was discussed in the previous quote from Kafka's letter to his father. To further this insight into the oedipal conflict in Kafka's life we have a dream recorded in a letter to his lady friend Milena and quoted in Karl's book. In the dream, Kafka has killed someone nameless, he comes running home with his mother chasing him, then "... at last hot with rage I cried out: "If anyone says anything bad about Milena, for instance the father (my father), I'll kill him too or myself.". This confusion in death, the victim dying instead of the agitator is a recurring theme in Kafka's work. Escape? When pondering whether escape is possible from the nightmarish world that is Kafka's creation, one must wonder where one may escape to. Kafka himself was trapped by circumstances beyond his control, he was living as a Jew in Austria, an unstable prospect at best. He was terrorized by his father, in reality and in his dreams. He was single, never marrying, and having only sporadic love and affection. How can one in this situation escape? The reader is aware of these pre-conditions by Kafka's use of a direct assault: "As Gregor Samsa awoke one morning from uneasy dreams he found himself transformed in his bed into a gigantic insect.". The reader knows of no reality when Gregor was not a gigantic insect, therefore precluding any concept of a possible escape from this reality other than within the subconcious mind of Gregor himself. This dramatic use of a modernist convention shows Kafka attempting to adjust to his new shifting realities- he uses "halves" or opposites in order to distance both the reader and his character from the actual story. Gregor is one of these halves, he has the body of an insect, but the intellect of Gregor Samsa. The escape that Kafka wanted most, perhaps, was from the torment of his father. However, the powerful impressions from his youth would never be effaced; becoming completely entrenched in Kafka's personality. In this way the nightmare of his world became all the more inescapable, for he had assimilated it and made it his history. His terrors became a way of life and he lived with a feeling of futility and rejection all his life. In conclusion, the modernist conventions in Kafka's work allow one to use the word "kafkaesque" as an adjective. The Encarta encyclopedia defines "kafkaesque" as "grotesque, anxiety-producing social conditions or their treatment in literature.". This adjective can apply to social conditions in reality; a totalitarian state, conditions could be "kafkaesque": impersonal, beauraucratic and probably inhumane. This shows Kafka's importance to the modern world, and what we may gain from his writing, for he writes of the human condition in all its perverseness and pitifulness. It is perhaps ironic that Kafka never did escape from his nightmare, he was buried in Prague, the city that he knew so well that he called it the "little mother with claws", comforting but able to grasp one and hold them there. He was buried alongside his parents, being unable to escape them even in death. Even more ironic, in his native city his grave is honored but his work was until recently banned. Pawel notes that this was for good reason: "The world for Kafka was "condemned to see with such blinding clarity the he found it unbearable" is our own post-Auschwitz universe, on the brink of extinction... ... he gave shape to the anguish of being human." . Kafka was a visionary, a prophet of sorts; yet he died thinking that he would have no effect, and that his worked would be burned; this is the epitome of a "kafkaesque" death. Dava Zorbalığın Yarattığı Yazar – Franz Kafka http://www.yasamaugrasi.com Özgür Öztürk - Şubat, 18, 2012 “Kendimden başka hiçbir eksiğim yok” diyordu yirminci yüzyıl dünya edebiyatının en önemli yazın adamı Franz Kafka. Kırk bir yıllık yaşamı boyunca aile, iş ve toplum yaşamında hep eksikti o. Annesine, babasına karşı evlat olarak, bürokratik bir devlet ve toplum yapılanmasına karşı birey olarak eksikti. Yazdığı eserlerinde hep bu sözünü ettiği eksiklik, zayıflık yönlendirmişti onu. Bu eksiklikleri olmasaydı büyük bir olasılıkla Franz Kafka’dan da, eserlerinden de yoksun olacaktık bugün. Yirminci yüzyılın sadece ilk çeyreğini yaşamış olan Kafka’nın eserleri çağımızı anlamada bizlere hala sonsuz ışığıyla yol gösteriyorsa eğer, bu yirminci ve yirmi birinci yüzyılı Kafkasız anlamamızın eksiz kalacağının biricik kanıtıdır. Öyleyse yaşadığımız dünyayı anlamak için Kafka’yı, Kafka’yı anlamak için de onun eserlerini ve yaşamını incelemek gerekiyor. “Yaşam, daha başında kaybedilmiş bir savaştır.” diyecek olan Franz’ın yenilgisi 1883 yılının 3 Temmuzunda Prag’da başladı. Kafka’nın soyunun gerçek soyadı Kavka’ydı ve Franz da imzalarının çoğunu Kavka olarak atardı. Kavka , Çekçede alakarga cinsinden bir kuşun adıdır. Prag’da oldukça çok bulunan kavkalara bazen kutsal bir simge olarak bakılırken kimi zaman da sürüler halinde uçmalarından dolayı savaş habercisi olarak bakılmıştır. Kafka, soyadının taşıdığı bu zıtlığı yaşamı boyunca hep yaşayacaktır. Bu zıtlığın kökeninde ise, Kafka üzerine inceleme yapmış pek çok araştırmacının değindiği üzere, babasının otoriter davranışları yatmaktadır. Babası, Franz’ın dostlarını ve nişanlılarını sürekli eleştirir. Franz, babasını anlatırken sert bir dil kullanır ancak kinden uzaktır anlattıkları. Kin ile suçluluk duygusu koşut ilerler yaşamında ve eserlerinde. Zaman zaman babasının sevgi gösterdiği anları gözleri yaşararak anlatacaktır. Ne başkaldırır babasına, ne boyun eğer ne de sevgi taşır içinde ona karşı. Evde ve işyerinde, Hermann Kafka herkesi ezen zorbanın tekidir. Her fırsatta herkese bağıran, herkesi susturan, Franz’ı bir balık gibi parçalayacağını söyleyen, yanında çalışan hasta bir tezgahtarı için: “Gebersin Köpek!” diyen bu baba karşısında eli kolu bağlıdır. Babasının işçilerinin burnundan getirmesine inat oğul Kafka, iş kazalarına karşı bir sigorta kurumunda memur olacaktır. Aile yaşamına karşı duyduğu tiksinti o boyuttadır ki ‘Hepiniz bana yabancısınız’ der annesine. ‘Yalnızca bir kan bağı var, ama o da kendini duyumsatmıyor. Bundan da nefret ediyorum; evde annemle babamın yattıkları yatağın kullanılmış çarşaflarını, dikkatle yerleştirilmiş gömleklerin görünüşü, beni kusturacak kadar bunaltabilir, içimi altüst edebilir.’ diyordu. Kafka’nın Dava adlı romanında yer alan tutuklama görevlileri, yargıç, avukat, amca Max, rahip vb… hep birer baba figürünün yansımaları olarak okunabilir. Dava’nın final bölümünde K. çukura yatırılmış idamını beklerken aklından bir takım düşünceler geçirir. Bir yardım beklemektedir ve yargıcı geçirir aklından: ‘Neredeydi o bir türlü yanına yaklaşamadığı yargıç?’ Franz da yaşamı boyunca babasının yanına yaklaşamamıştır. ‘Dönüşüm’ de romanın kahramanı Gregor Samsa ise üç durumla hesaplaşır: Baba otoritesiyle, duygusal yaşamın yok olmasıyla ve ekonomik sömürüyle. ‘Dönüşüm’de babasının işlerinin bozulmasıyla (Kafka’nın babasının yaşamı boyunca işlerini ailesinin önüne koyduğunu ve çalışanlarını ezdiğini göz önünde bulundurursak bu iflas, Kafka’nın önemli bir fantezisi olarak değerlendirilebilir) yıkılan ailenin tek umudu çalışmakta olan Gregor Samsa’nın bir sabah uyandığında dev bir böcek olmasıyla başlayan aile içindeki sorunlara ve aile bireyleri önündeki aşağılanma ve tiksinti duyguları arasında ortaya çıkan bir varoluş sorununa değinilir. Gregor’un ulaştığı nihai özgürlük aile fertleri tarafından bir süpürge ve bir faraş yardımıyla atılmak olur, tıpkı Dava’da Josef K.’nın öldürülerek kurtuluşa kavuşması gibi. Ölüm Kafka’nın en önemli sığınağı olarak, yaşam kafesinden kurtulmasının gereğidir. Kafka: ‘Av köpekleri henüz avluda oynuyorlar; ama avları daha şimdiden ormanın içinde ne kadar hızlı koşarlarsa koşsunlar, ellerinden kaçamayacaklar.” Bu özdeyişiyle insanoğlunun bir av olarak kaçınılmaz kaderine dikkat çeker. Aynı zamanda kendisinin zayıflığına ve ruhsal bakımdan güçsüzlüğüne de işaret eder. Kafka zayıflığı hakkında şunları yazar: “Bildiğim kadarıyla, yaşam için gerekli koşulların hiçbirini beraberimde getirmiş değildim, yalnızca insana özgü genel zayıflığın taşıyıcısıydım. Bu zayıflık sayesinde -bu anlamda sözünü ettiğim zayıflık, çok büyük bir güçtür- yaşadığım dönemin bana zaten çok yakın olan, savaşmak değil belli ölçüde temsil olmak hakkına sahip bulunduğum olumsuz yanını olanca gücümle özümsedim.” (Fischer,1998, 15) Kafka’nın Dava’sı Neydi? Kafka, tüm eserlerinde baş kahramanlarına bu zayıflık, itilmişlik, güçsüzlük, çaresizlik vs. gibi psikolojik durumları giydirir. Kafka’nın karakterleri, felsefi ve psikolojik bir tartışmanın aktörleridirler. Kafka yine bir özdeyişinde “Kafesin biri, bir kuş aramaya çıktı.” diyerek insanoğlunun içine doğduğu toplumun tüm kurumlarıyla birlikte bireyi nasıl esirleştirdiğini vurgular. Şato adlı romanında kendini kabul ettirebilmek için kafese girmek için rıza gösterir baş kahraman K. Onun için yaşam, sorumluluklar yumağı içinde ve bireylerin özgürlük yanılsamaları ile avunduğu kocaman kafesten başka bir şey değildir. Aslında bu özdeyişi ‘Dava’nın da diğer tüm eserlerinin de ana düşüncesini oluşturur. ‘Dava’da, insanlarıyla, işyeriyle, mahkemesiyle, akrabalarıyla, diniyle ve memurlarıyla bireyin çevresini kaplamış olan toplum otoritesi adeta avını aramaya çıkmış kafesi andırır. Kafka, kendinden on yıllar sonra Jean Paul Sartre’ın söylediği ve varoluşçuluğun sloganı olan ‘Başkaları Cehennemdir’ düşüncesini tüm eserlerinde olduğu gibi ‘Dava’da da daha 1914-1915 yıllarında işlemiştir. Dava’nın yazıldığı dönemde dünyanın bir çok ülkesi, başka ülkeleri avlamaya çıkmış kafes gibidir ve Kafka, ölümünden hemen sonra ortaya çıkacak Hitler’in, Mussolini’nin ve Stalin’in dünyayı kafesleme emellerini görmüş gibidir. Hepimiz gibi Kafka için de toplumsal otorite ailede başlar. Birey zaten bu yönüyle kafesin içine doğar ve kafesten kaçtığını sandığı her an bir başka kafes onu çevreler. ‘Dava’nın kahramanı K. tutuklandığını öğrenir. Başlangıçta tutuklanma nedenini merak etse de bu saçmalığı merak etmeyi anlamsız bulur. Ancak tüm yaşamı da davasına odaklanır. Artık yaşamının geriye kalan bir yılında her şeyi bu davadır. Gerçekte, K.’nın tutuklandığını öğrenmesi, zaten toplum içinde tutuklu olmuş olmasının farkına varmasından başka bir şey de değildir. Bundan sonra yaşayacakları, tutuklanma öncesinde yaşayacaklarından çok da farklı değildir. Tek farkı ise K.’nın içine kapatıldığı kafesin farkına varmış olması ve onun dışına çıkabilme çabasıdır. K. dışındaki hiç kimse de bunun farkına varmaz ve bu dava onlara anlamsız gelmez. Farkına varmamak onları huzurlu kılarken farkındalık, K.’nın mutsuzluğunu belirler. Herkesin K.nın davasını biliyor olması, herkesin bir davası olmasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca herkesin onun davasından haberdar olması, ki bu onlara iktidar da sağlar, K’nın çevrelenmişliğinin bir dışavurumudur. Suçlanan, tutuklanan ve özgürlüğü elinden alınan biri olarak K. davalıdır. Suçlayan, tutuklayan olarak davacı ise toplumdur. Rahip K.ya davanın yapısı hakkında bir bilgi vererek varoluşçuluğa gönderme yapar: “Mahkeme senden bir şey istemiyor ki! Geldiğin zaman niye geldin demiyor, gitmek istedin mi, koyveriyor gidiyorsun.” Bu yaşama ilişkin bir bilgidir. Yaşamda kendi varoluşumuzu kendimiz belirleme hakkına sahibizdir ancak sonuçlarına katlanmak şartıyla. Örneğin işe gitmeme hakkı bizde saklıdır ama buna karşılık verilecek ceza bizim dışımızdadır. Aynı durum din için de geçerlidir. İnanıp inanmama özgürlüğüne sahibizdir eğer cehennemi göze alabiliyorsak, cezası bizim dışımızda örgütlenir. K’nın davası da aynı sorunu içinde barındırır. K. kendini savunma hakkına sahiptir, bunun için Amcası Max aracılığıyla bir avukat da tutar. Böylece K. amcasının ısrarı ve avukat yoluyla toplumun istemlerine boyun eğdirilecektir. Ancak K. kendi varoluşunu kendisi belirlemek ister ve avukattan vekaletini alır, kendini savunma ihtiyacı duymaz. K. kararını vermiştir ve sonuçlarına da katlanacaktır. K.’nın sonu toplum kurbanı olmaktır. O toplum ki kurumlarıyla, baskısıyla, bürokrasisiyle bireyi kafesin içine alır. Bireyden beklenen tek rol zayıflıktır. Ünlü Kafka çözümlemecisi Ernest Fischer, bürokrasi üzerine Kafka’dan şunları aktarır: ” Bürokrat için insanca ilişkiler değil, yalnızca nesne ilişkileri vardır. İnsan evraka dönüşür. Evraka verilen sayı ile belirgin kılınan, ölmüş bir varlık olarak evrakın akışına girer. Bu varlık şahsen çağrıldığı zaman bile bir kişi değil, yalnızca ‘olay’dır. ‘Konu’ ile ilgili olmayan ne varsa akıp gitmiştir. Resmi dairelerin koridorları aşağılanma kokar. Sigara içmek kesinlikle yasaktır. Bu yasağın kapsamına soluk almak da girer. Buna karşılık yürek çarpıntısına izin vardır, dahası çarpıntı olması istenen bir şeydir. Her türlü ümit uçup gider. Kapıdan kapıya gönderilen kişiye suçluluk duygusu aşılanır. Buraya giren, yalnızca bir vizite kağıdı ya da pasaportunun uzatılmasını istese bile kendini suçlu duyumsar. En iyi olasılıkla bir dilek sahibidir, aslında ise suçludur.”(Fischer,1998,33) KAYNAKÇAb> – Fischer, Ernst(1998) Kafka. Çev. Ahmet Cemal, İstanbul:Kavram Yayınları – Kafka, Franz(1983) Günce. Çev. Mazhar Candan, İstanbul:İmge – Kafka, Franz(1997) Dava. Çev. Kâmuran Şipal. İstanbul:Cem Yayınevi – Kafka, Franz(2000) Aforizmalar. Çev. Esendal Kuzucu. Ankara:Sis Yayıncılık |