Franz Kafka Dava
Franz Kafka


Anasayfaya
Eleştiri sayfasına

20.05.2015

 


 
  Editörün Notu:  Franz Kafka’nın ölümünden bir yıl sonra,  1925 yılında basılan eseri “Dava” Almancada “Der Prozess” yani “Süreç” olarak yayımlanmıştır. Eser ileriki yıllarda dünyayı sarsacak olan totalitarizm dehşetinin bir kehâneti olarak görülmüştür.  Kafka, kendi adıyla kavramlaştırılan  tek yazardır.  “Kafkayesk” anlamsız, çözümsüz, tekinsiz bir dünyada, kapana kısılmış, çıkış yolu bulamayan, korku içindeki bireyin açmazıdır.  "Benim özüm korkudur," diyen Kafka için hayat yargılamalar ve aklanmalarla devam eden bir süreçtir.  Kapatıldığı çemberde sürekli olarak kendi içinde döndürülen bu davada bireyin tek kurtuluşu bu karabasanı kendi seçimiyle sonlandırmasındadır.

 


Escher - Görecililik


Dava – Franz Kafka
“Korku çağının kuşatmalı yaşamının öyküsü”

Abidin Parıltı, 13/10/2006 tarihli Radikal Gazetesi Kitap Eki

( * ) Franz Kafka’nın en önemli eserlerinden Dava (Der Prozess), “Korku Çağı” diye adlandırılan 20. yüzyılda insanoğlunun artık neredeyse kurtulunması olanaksız bir yazgıya dönüşmüş olan kuşatmalı yaşamının hikâyesini anlatır. Bu çağa korku egemendir, çünkü insan, hemcinsleriyle insanca bir dil aracılığıyla iletişim kurabilme, böyle bir dille insanca tepkiler uyandırabilme olanağından yoksun kalmıştır. Dava’nın kahramanı K. (karakterin bir ismi bile yoktur.) tutuklandığını öğrenir. Başlangıçta tutuklanma nedenini merak etse de bu saçmalığı merak etmeyi anlamsız bulur. Ancak tüm yaşamı da davasına odaklanır. Artık yaşamının geriye kalan bir yılında her şeyi bu davadır. Bu aşamadan sonra yaşayacakları, tutuklanma öncesinde yaşayacaklarından çok da farklı değildir. K. dışındaki hiç kimse de bunun farkına varmaz ve bu dava onlara anlamsız gelmez. Farkına varmamak onları huzurlu kılarken farkındalık, K.’nın mutsuzluğunu belirler. Suçlanan, tutuklanan ve özgürlüğü elinden alınan biri olarak K. davalıdır. Suçlayan, tutuklayan olarak davacı ise toplumdur. Kafka’nın diğer eserlerinde olduğu gibi burada da esas karakter zayıflık, itilmişlik, güçsüzlük, çaresizlik gibi psikolojik durumlar içinde debelenir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki Kafka yaklaşık yüz yıl önce yazdığı eserlerinde inanılmaz bir uzak görüşlülükle bugünün ‘meta fetişizmi’ karşısında kendine yabancılaşmış, çaresizlik içinde yazgısını kabullenmiş, elden ayaktan kesilmiş insanını yazmıştır. Yani kendini anlamlandırırken bizi de anlatmıştır. (*)


 
Kafkaesk durumun nedeni


ABİDİN PARILTI

Kafka gücün değil güçsüzlüğün, ait olmanın değil ötekinin ve yabancılaşmanın, otorite karşısında ona/onlara biçilen yazgıya yenilmiş dünyaların yazarıdır ve bu yüzden olacak ki "Yaşam, daha başında kaybedilmiş bir savaştır" diyor. Kırk bir yıllık yaşamı boyunca aile, iş ve toplum yaşamında hep kaybedendi o. Annesine, babasına karşı evlat olarak, bürokratik bir devlet ve toplum yapılanmasına karşı birey olarak kaybedendi. Ait olmadı. O yüzden "Kendimden başka hiçbir eksiğim yok" der. Eserlerinde de hep bu felsefi bir alana oturttuğu eksikliği, zayıflığı yönlendirir onu. Bu eksiklikler, daha başından kaybedilmiş savaşlar ve biçilmiş yazgılar Kafka'yı bugüne taşıyan en önemli değerler olarak belirir.

Kafka, 3 Temmuz 1883 yılında doğdu. Praglı bir Yahudi'ydi. Yahudi olduğu için Almanlar tarafından sevilmiyor, Almanca konuştuğu içinse Çekler tarafından hor görülüyordu. İşinde başarılı, aile içinde sert bir otorite olan babası Hermann Kafka içinse, Kafka ancak ve sadece bir böcekti. Tüm çocukluğu boyunca kendisini 'hiçbir şey'' gibi hisseden Kafka, bir yetişkin olduğu zaman da bu düşünce onun peşini bırakmadı. Babasıyla başlayan otorite fobisi onun hemen tüm eserlerinde kendini apaçık belli etti. Baba oğul ilişkisi(zliği) kuşkusuz en açık olarak Dönüşüm'de kendini gösterdi.

Sığınağı ölümdü

"Gregor Samsa bir sabah huzursuz düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu" cümlesiyle başlayan roman, okuyanı bir anda içine alır ve Samsa çaresizlik içinde ölünceye kadar orada alıkoyar. Samsa'nın insani yetenekleri kısıtlanmış, bir odaya hapis olmuş, iğrenç bir görünüm almıştır. Bir böceğin bedeninde bir insan yaşamaktadır. En dramatik ve çarpıcı olan da budur. Samsa artık ne böcektir ne de insan... İnsan olmaya devam edebilseydi yazgısında bir değişim olmayacak, kendine yabancılaşmayacak, her gün aynı saatte gittiği aynı saatte geldiği işine devam edecek, patronunu üzmeyecek, ailesinin mutlu olması için çabasını sürdürecek, mekanik bir hayatın içinde süzülüp gidecekti... Böcek olsaydı duyargaları insani kaygılara kapalı olacaktı. Ancak Samsa hem ikisidir hem de değildir. Trajedisi budur. Başkaları onu anlamamasına rağmen o başkalarını anlamakta, özellikle de kendisi için sarf edilen olumsuz sözler onu kahretmektedir. Sesi gittikçe kaybolmaktadır. Bazı değişimler içsel olurken, bazıları da bu dönüşüme karşı verilen tepkilerden kaynaklanmaktadırlar. Samsa'nın tekrar insana dönüşeceğine dair umut devam ettikçe aile ona iyi davranır ve böcek halini unutması için çaba harcar. Ancak umut tükendiğinde, Samsa da gözden çıkarılır. Nihayetinde çaresizlik, zayıflık ve tükenmişlik içinde bir köşede ölür. Samsa'nın ulaştığı nihai özgürlük, ailesi tarafından bir süpürge ve bir faraş yardımıyla atılmak olur, tıpkı Dava da Josef K.'nın öldürülerek kurtuluşa kavuşması gibi. Ölüm, Kafka'nın en önemli sığınağıdır ve yaşam kafesinden kurtulmanın yegâne yoludur. Daha başta kaybedilmiş bir savaştan böylece çekilebilmektedir ancak. Samsa burada hem baba otoritesiyle, hem duygusal yaşamın yok olmasıyla hem de ekonomik sömürü, 'meta fetişizmi' ve onun getirdiği yabancılaşma olgusuyla hesaplaşır.

Dönüşüm, mutsuzluk ve düzenin dayattığı 'meta fetişizmi' karşısında insanın yabancılaşmasının romanıdır. Kafka doyuma ulaşabilmek için mutsuzluğun gerekirliliğine inanır. Kafka'da hiçbir şey kurulu düzene ve tanımlanabilen ilişkilere dayanmaz. Bazen hızlı bazen de yavaş bir parçalanış söz konusudur. Ancak buna rağmen Kafka hiçbir zaman gerçek anlamda kaçmayı istemedi der George Bataille "Onun istediği, böylesi bir dünyada dışlanmış olarak yaşamaktı. Kovulduğunu o da biliyordu. Bunu başkalarının yaptığı söylenemez; kendini bu dünyanın dışına attığı da doğru değil. Onun istediği çıkar dünyasında, sanayi ve ticaret dünyasında çekilmez biri olarak görülmekti; o varlığını, rüyaların çocuksuluğunda sürdürmek istiyordu."

Kafka, Dönüşüm'ü 1912 yılında yazdı. 1912 yılının Kafka için başka bir önemli olayı da nişanlısı Felice Bauer'le tanışmasıdır. Onunla ilişkisini, üç kez ayrılıp yeniden nişanlanarak, 1919'a kadar sürdürdü. Evlenmemesine neden olarak hastalığını gösteriyordu. Oysa Kafka, evliliği bir burjuva bağı olanak nitelemiş ve edebiyat hayatını sürdürebilmesi için yalnızlığa ihtiyacı olduğunu vurgulamıştır. Nişanlısıyla bu ilişkisinden geriye beş yüzün üzerinde mektup kalmıştır. Bunlar, Kafka'nın ölümünden çok sonra 1967'de Felice'ye Mektuplar adıyla yayımlandı. Mektuplaştığı dört kadın arasında en ciddi ve önemli olanı Milena Jesenska'ydı. Milena'yla mektuplaşmaları önce bir arkadaşlık gibi başladı, daha sonra tutkulu bir aşka dönüştü. Fakat Milena evli olduğundan bu mutsuz ve imkansız aşk Kafka'yı derin acılara sürükledi. Üç yıl aralıksız mektuplaştılar ancak sadece iki ya da üç kez görüşebildiler. Bu görüşmeler Kafka'yı üzmekten öteye de geçmedi. Bu onun yaratıcılığını tetikledi. Sonraki zamanlarda edebiyat tarihinin önemli eserleri arasına girecek olan Milena'ya Mektuplar çıktı ortaya. Ve orada Kafka şöyle der: "En çok seni seviyorum diyorum ama gerçek sevgi bu değil sanırım, sen bir bıçaksın, ben de durmadan içimi deşiyorum o bıçakla dersem, gerçek sevgiyi anlatmış olurum belki..."

1912 yılı Kafka'nın yaratıcılığının doruk noktasıdır diyebiliriz. Aynı yıl Kafka bitiremediği ve ölümünden sonra (1927) yayınlanan romanı Amerika'yı da yazar. Bu roman ABD'de tutunma çabaları sonuç vermeyen on altı yaşındaki Kari Rossmann'ın başından geçenleri anlatır. Kafka Amerika'yı dünyanın öbür ucundaki bir ülkeyi hayal ederek yazar. Okyanusu geçen bir yolcu gemisinden New York'a ilk defa inmenin nasıl bir şey olacağını, büyük bir yaratıcılıkla düşünmüş ve bir dizi korkunç olay vasıtasıyla kısa yaşantısı boyunca görme şansına hiç erişemeyeceği fırsatlar diyarını adeta hep orada yaşamışçasına bir romana dönüştürür. Kafka'nın en önemli eserlerinden Dava ise 'Korku Çağı' diye adlandırılan 20. yüzyılda insanoğlunun artık neredeyse kurtulunması olanaksız bir yazgıya dönüşmüş olan kuşatmalı yaşamının hikâyesini anlatır. Bu çağa korku egemendir, çünkü insan, hemcinsleriyle insanca bir dil aracılığıyla iletişim kurabilme, böyle bir dille insanca tepkiler uyandırabilme olanağından yoksun kalmıştır. Dava'nın kahramanı K. (karakterin bir ismi bile yoktur.) tutuklandığını öğrenir. Başlangıçta tutuklanma nedenini merak etse de bu saçmalığı merak etmeyi anlamsız bulur. Ancak tüm yaşamı da davasına odaklanır. Artık yaşamının geriye kalan bir yılında her şeyi bu davadır. Bu aşamadan sonra yaşayacakları, tutuklanma öncesinde yaşayacaklarından çok da farklı değildir. K. dışındaki hiç kimse de bunun farkına varmaz ve bu dava onlara anlamsız gelmez. Farkına varmamak onları huzurlu kılarken farkındalık, K.'nın mutsuzluğunu belirler. Suçlanan, tutuklanan ve özgürlüğü elinden alınan biri olarak K. davalıdır. Suçlayan, tutuklayan olarak davacı ise toplumdur. Kafka'nın diğer eserlerinde olduğu gibi burada da esas karakter zayıflık, itilmişlik, güçsüzlük, çaresizlik gibi psikolojik durumlar içinde debelenir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki Kafka yaklaşık yüz yıl önce yazdığı eserlerinde inanılmaz bir uzak görüşlülükle bugünün 'meta fetişizmi' karşısında kendine yabancılaşmış, çaresizlik içinde yazgısını kabullenmiş, elden ayaktan kesilmiş insanını yazmıştır. Yani kendini anlamlandırırken bizi de anlatmıştır. Bugün çoğunca 'Kafkaesk' bir durumun içinde olmamızın temel nedenini Kafka'nın eserlerine yeniden yeniden dönüp baktığımızda görürüz. İthaki Yayınları şimdilik yeni ve özenli bir çeviriyle Dönüşüm ve Amerika'yı yayınladı. Yakın bir zamanda da Şato'yu sonrasında geriye kalan eserlerini yayımlayacak.
 

Kafkaesk ve Gerçek Evrenin Tezahürleri

http://aykiriakademi.com

Şairler yaratmaz şiirleri / Şiir geride bir yerdedir / Nice zamandır durur orada/ Şairin işi yalnızca bulmaktır onu...Jan Skacel

Bülent Efe

Mahkeme önündeki Joseph K ile Şato’nun karşısındaki kadastro memuru K aynı durumdadır. İkisi de bir labirentin ortasında çıkış yolu arar, ne kurtulabilirler ne de anlayabilirler dünyalarını. Kafka’da kurum kendi yasalarına uyan garip bir mekanizmadır. Bu yasaları kimin ne zaman koyduğu bilinmez, insan çıkarlarıyla bağları olmadıklarından da kimse yasaları anlayamaz.

Şato’nun 5. Bölümü’nde köy muhtarı K’ya evrak dosyasının geçmişini açıklar. On yıl önce Şato’dan köye kadastro memuru tutulması önerisi gelir, köy memura ihtiyaçları olmadığını bildirir. K’ya gelen çağrı bir dikkatsizlik sonucu gönderilmiştir. K’nın uzun yolculuğu bir hatadan ibarettir, Şato ile köy dışında onun için bir dünya bulunmadığından bütün varlığı da bir hatadır, aslında! K dosyadaki bir yanlışlığın gölgesidir. İnsanın yaşamı yalnızca bir gölgeyse ve gerçeklik ulaşılmaz insanüstü bir dünyada yatıyorsa tanrıbilim alanına girilir. Kafkaesk, tanrıbilimsel boyutundan ayrılamaz.

Dostoyevski’nin Suç ve Ceza romanında Raskolnikov suçunun ağırlığında kendi isteğiyle cezasına boyun eğer. Bu ‘suçun cezasını araması’ durumudur. Kafka’da ise cezalandırılan cezanın nedenini bilmez. Ceza saçma ve katlanılmazdır; suçlanan kişi huzuru bulmak adına cezasına bir suç arar! Dava’nın 7. Bölümü’nde Joseph K suçlamaları bilmediğinden tüm yaşamını en ince ayrıntısına kadar sorgular. ‘Kendi kendini suçlar’.

Şato’da korku kendi başına hüküm sürmektedir. Amalia bir gün şatodaki bir görevliden açık saçık bir mektup alır ve öfkeyle mektubu yırtar. Şatodan herhangi bir emir ya da işaret gelmemesine rağmen herkes Amalia’nın ailesinden kaçar. Baba ailesini savunmak ister, ama kararı veren kişi de kararın kendisi de ortada yoktur! Bağışlanmak için önce hüküm gereklidir. Amalia’nın babası şatoya bir açıklama için yalvarır.

Sistemin gözden çıkardığı bir kişi, boş yere kendisine bir suç arar, mağdurluğunu ispat onun yegâne ümididir. Ortada onu suçlayan bir karar bulunmaz. Ceza suçu, birey çalışmadığı için aylaklıkla damgalandığında bulur!

Kafka’da kahraman akvaryumda kendi yaşam şakasına sıkışmış bir balık gibidir. Ama şaka sadece izleyici için geçerlidir. Kafkaesk bizi şakanın içine, komiğin ürkütücülüğüne götürür. Kafkaesk’te komik, Shakespeare’de olduğu gibi trajik olanı daha duygulu kılmaz, trajik olanı var olmadan yok eder. Bu evrende kurbanlar trajedinin yüceliğinden nasiplerini ve avuntularını alamazlar. Cezalı suçunu bulur, çeker ve herkes ona güler.

Kafkaesk olanı toplumun daha geniş boyutlarında yaratan eğilimler vardır. İktidarın kendini tanrılaştırma arzusu, sürekli merkezileşme, toplumun bürokratlaştırılması, kurumların labirente dönüşmesi… Sonuçta birey giderek kişiliksizleştirilir.

Totaliter devletlerde daha sade ve katı olarak bir abartmayla birey kişiliksizleştirilirken demokratik toplumlarda bu düşsel bir abartmayla yaşanır.

Büro, Kafka’nın Milena’ya yazdığı gibi, ‘ … saçma bir kurum değildir; saçma olmaktan çok fantastik bir dünyadır.’ Kafka bütünüyle bürokratlaşmış bir toplumun şiirsel olmayan yanını romanın büyük şiirine dönüştürmüştür. Söz verilmiş bir işi bir türlü elde edemeyen bir adamın son derece sıradan öyküsünü (Şato) bir destana dönüştürmüştür.

Totaliter ya da demokratik bir devlette tüm çalışma hiyerarşik bir merkeze dayandığından çalışanlar hangi meslekten olursa olsun birer memurdur. Yetkenin ipnoz edici bakışı, insanın umutsuzca kendi suçunu araması, dışlanma ve dışlanmanın verdiği bunalım, konformizme mahkûm olma, gerçeğin buharlaşması, belgelerin büyülü gerçekçiliği, özel yaşamın sürekli ifşası Kafkaesk ve gerçek evrenin tezahürleridir.

Kafka geride bir yerde olan, nice zamandır orada duran bir şiiri romanlaştırmıştır.

Kapak tasarımında kullanılan illustrasyonlar; Robert Dalton ve Nuncia Casanova'ya aittir. Diğer resimler; Nuncia Kazanova (Kafka'nın Şato romanından bir sahne canlandırılmıştır), Tommy Inberg ve Robert Dalton'a ait çalışmalardır.


 Franz Kafka’nın 97 yıllık ‘Dava’sı
Olayların içinden | Güngör Uras

guras@milliyet.com.tr

Joseph K., otuz yaşında bir gençti. Sabahın erken saatinde henüz, yataktayken kapısı çalındı. Gelen iki kişi onu tutuklayacaklarını söyledi. Joseph K.’yı tutuklamaya gelenler Joseph K’nın ne suç işlediğini ve kanunun hangi maddesine göre tutuklanacağını ve yargılacağını bilmiyorlardı.

Joseph K., suçunu anlamak için çırpındı. Ama suçunun ne olduğunu kimse ona söylemedi. Mahkemesi belirli yerlerden uzaklarda berbat yerlerde ve şartlarda başladı, yürütüldü.

Yargılama sırasında hiç de beklenmedik zamanlarda saray görevlilerinin mahkeme salonunda olduğu görüldü. Hiç kimse işin iç yüzünü anlayamadı. Yargılama yıllarca sürdü.

Bu yazdıklarımın gerçekle ilgisi yoktur. Bunlar, Franz Kafka’nın (1883 Prag-1924-Viyana), ünlü “Dava” romanının kahramanı Joseph K.’nın başına gelenlerdir. Bu yazı bir roman tanıtımı yazısıdır.

Franz Kafka’nın “Dava”sı son olarak NTV yayını olarak “çizgi roman” halinde yayımlandı (10 TL). Sayın okuyucularıma tavsiye ederim.

Suç belli değil

Romandan bazı bölümleri aktarmak istiyorum:
- Joseph K. soruyor: Benden ne istiyorsunuz? /Tutuklusunuz / Neden ? /Nedenini söylemek bize düşmez. Soruşturma başladı. Vakti gelince her şeyi öğreneceksiniz.

- Joseph K. bir hukuk devletinde yaşıyordu. /Kimlerdi sabah sabah evine baskın yapanlar?/ Tüm bunlar belki arkadaşlarının yaptığı bir şakadan ibaretti. Ama şaka değildi. Gerçekti.

- Joseph K.’nın kafası karışıyor: Suçlanıyorum ama suçum ne bilmiyorum. Beni neyle itham ediyorlar?

- Sonra durumu fark etmeye başlıyor: Şimdi anlıyorum ki... Benim tutuklanmamın ve bu soruşturmanın arkasında... koca bir teşkilat var. Masum insanları tutuklayarak onlara karşı soruşturma başlatıyorlar.

- Savcı soruyor: Badanacı mısınız?/ Hayır ben bankacıyım. Badanacı mısınız diye sorulması bu soruşturmanın nasıl bir soruşturma olduğunu gösteriyor.

- Salondaki bir başka tutuklu uyarıyor: Bundan bir süre önce beni de badanacı diye tutukladılar. Aslında bir badanacıyı tutuklamak istiyorlarmış. Ama beni tutukladılar.

- Ne tür bir dava bu? / Normal bir mahkeme önünde görülen bir dava değil bu.
- Dayısı Joseph K.’nın moralini bozuyor...” Dava aleyhine sonuçlanırsa ne olur, biliyor musun? Mahvolursun, bitersin.” diyor

Korku dağları bekliyor -

Joseph K. her an davasını düşünüyor. Acaba kendi savunmasını kendi yazarak mahkemeye verse daha mı iyi olur? Kendi savunmasını yazsa, savunmada hayatının kısa bir özetine de yer verir.

- Mahkemeye sunulacak ilk dilekçe neredeyse hazır. Fakat bunların mahkemece bazen hiç okunmadığı söyleniyor. Mahkeme kayıtları sanığa ya da onu savunanlara açık değildi ki.

- Anlaşıldı. Tek çare şartları kabullenmek. Her şeyden önce de dikkati çekmemek “Sana ne kadar ters gelirse gelsin ağzını kapalı tut. Bu koca hukuk sisteminin hassas bir denge halinde olduğunu anla!”

Bunları Franz Kafka’nın 1914 yılında yazdığı “Dava” romanından aktardım. Kafka’nın yazdıklarına herhangi bir ekleme yapmadım. Sakın ola ki bu yazıyı 2011’de Türkiye’de yapılan tutuklamalar, soruşturmalar ve süre giden “Dava”lar ile ilgilendirmeye kalkmayınız. Sonra unutmayınız ki Franz Kafka’nın “Dava”da anlattıkları da gerçek değil! Kurgudan ibaret. Gerçek hayatta böyle şeyler olabilir mi ki?

  Franz Kafka as Modernist
in criticism english essay literature


An essay on Kafkaesque modernism and the (im)possibility of escape.)

Modernist Movement
The modernist movement in Prague influenced Kafka in many ways. The movement got started in 1897, prompted by the "Vienna Secession"; literally the "going apart". Art, architecture and literature made a radical break from convention, and the movement spread quickly. Kafka himself was influenced in this mode of thought from a young age by his science teacher at high school, Herr Gottwald. Gottwald was a Darwinist, a Positivist, and an Atheist, and no doubt planted subversive thoughts in fertile minds.

In order to understand the influence of modernist thought on Kafka's work, one must be acquainted with some of the conventions of this movement. Modernism was an attempt to break with the realist movement, which portrayed art as reality, lacking a subconscious or spiritual side. The avant-garde leaders of the modernist movement were the intellectuals, artists, philosophers and scientists. A goal of modernism was to allow for a personalization of the arts, to constantly reform and reshape everything according to each person's vantage point or mindset. Modernism is also associated with an egocentric sense of one's self- a preoccupation that all of Kafka's characters share. Most important, however, are the conventions of using the theme of death or suicide in one's work and having a strong Oedipal conflict as a motivating factor to the piece.

In the matter of oedipal conflict we see the connection Kafka had with Crown Prince Rudolf. Rudolf strives to be ruler but he is unable to kill his father, the Emperor Franz Josef. He therefore kills himself in what Karl calls "... a displacement of son-father murder;" he goes on to say that "... Kafka, for his part, repeatedly destroyed a surrogate self in his work, where the father figure is almost always a crushing, authoritarian, physically imposing older man." (page 12). This idea is illustrated clearly in Kafka's story The Metamorphosis; after the transformation to bug is complete and he has been seen by his family, we are told that "Pitilessly Gregor's father drove him back, hissing and crying "Shoo!" like a savage." . Obviously, this father in the story is a representation of Kafka's own father whom he feared so much; there is a similarity between the father's approach in The Metamorphosis to that which was discussed in the previous quote from Kafka's letter to his father. To further this insight into the oedipal conflict in Kafka's life we have a dream recorded in a letter to his lady friend Milena and quoted in Karl's book. In the dream, Kafka has killed someone nameless, he comes running home with his mother chasing him, then "... at last hot with rage I cried out: "If anyone says anything bad about Milena, for instance the father (my father), I'll kill him too or myself.". This confusion in death, the victim dying instead of the agitator is a recurring theme in Kafka's work.

Escape?
When pondering whether escape is possible from the nightmarish world that is Kafka's creation, one must wonder where one may escape to. Kafka himself was trapped by circumstances beyond his control, he was living as a Jew in Austria, an unstable prospect at best. He was terrorized by his father, in reality and in his dreams. He was single, never marrying, and having only sporadic love and affection. How can one in this situation escape? The reader is aware of these pre-conditions by Kafka's use of a direct assault: "As Gregor Samsa awoke one morning from uneasy dreams he found himself transformed in his bed into a gigantic insect.". The reader knows of no reality when Gregor was not a gigantic insect, therefore precluding any concept of a possible escape from this reality other than within the subconcious mind of Gregor himself. This dramatic use of a modernist convention shows Kafka attempting to adjust to his new shifting realities- he uses "halves" or opposites in order to distance both the reader and his character from the actual story. Gregor is one of these halves, he has the body of an insect, but the intellect of Gregor Samsa.

The escape that Kafka wanted most, perhaps, was from the torment of his father. However, the powerful impressions from his youth would never be effaced; becoming completely entrenched in Kafka's personality. In this way the nightmare of his world became all the more inescapable, for he had assimilated it and made it his history. His terrors became a way of life and he lived with a feeling of futility and rejection all his life.

In conclusion, the modernist conventions in Kafka's work allow one to use the word "kafkaesque" as an adjective. The Encarta encyclopedia defines "kafkaesque" as "grotesque, anxiety-producing social conditions or their treatment in literature.". This adjective can apply to social conditions in reality; a totalitarian state, conditions could be "kafkaesque": impersonal, beauraucratic and probably inhumane. This shows Kafka's importance to the modern world, and what we may gain from his writing, for he writes of the human condition in all its perverseness and pitifulness. It is perhaps ironic that Kafka never did escape from his nightmare, he was buried in Prague, the city that he knew so well that he called it the "little mother with claws", comforting but able to grasp one and hold them there. He was buried alongside his parents, being unable to escape them even in death. Even more ironic, in his native city his grave is honored but his work was until recently banned. Pawel notes that this was for good reason: "The world for Kafka was "condemned to see with such blinding clarity the he found it unbearable" is our own post-Auschwitz universe, on the brink of extinction... ... he gave shape to the anguish of being human." . Kafka was a visionary, a prophet of sorts; yet he died thinking that he would have no effect, and that his worked would be burned; this is the epitome of a "kafkaesque" death.

Dava
Franz Kafka
 

Odandan çıkman gerekmez, masanda oturmaya devam et ve dinle... Dinleme bile, sadece bekle... Bekleme bile, gerçekten sakin ve yalnız ol. Dünya özgürce sunacaktir kendini sana... Maskesinden sıyrılmak için başka seceneği yok, huşu içinde yuvarlanacaktır ayaklarının dibine...] Franz Kafka

Ebru Gürhan ve Gülşah Seyhan'ın birlikte hazırladıkları ve Franz Kafka'nın eserlerinde sistem, iktidar ve bireyin incelendiği yazılara devam ediyoruz. Der Process / Dava hakkındaki aşağıdaki metin, görünmeyen mahkemenin en alt katındaki temsilcilikleri ile bireyin iletişimsizliği üzerinden, otoritenin ihtişamlı mimari kurgusuyla birlikte yönetim anlayışına dikkat çekiyor. Yazı, kitabı okumamış okurlara tavsiye edilmez.

Ulaşılamayan otoritenin aldığı keyfi ve adaletsiz bir karara karşı verilen mücadelenin romanı: Dava

Dava’nın hemen girişinde, birilerinin Josef K.’ya iftira etmiş olasılığını hatırlatır yazar bize, öyle ki Josef K. bir sabah, kötü bir şey yapmadığı halde tutuklanır. Tutuklanmasına rağmen, banka memuru olan Josef K.’nın işine gitmesine ve normal hayatına devam etmesine izin verilir. Tutuklama günü görevli olan ve makamın en alt kademesi olduğunu belirten bir kişi, Josef K.’ya, makamın suçluyu değil, suçlunun makamı seçtiğini vurgular. Değişim romanında, böcek Gregor aradığı besini bulamadığı için hiç bir şey yemediği işlenirken, Dava’da ise bürokrasinin yarattığı sorumsuzluk duygusunun şekillendirdiği makamın en alt kademesi olduğunu belirten bu görevlilerin Josef K.’nın kahvaltısını iştahla yediklerini görürüz. Roman boyunca K.’nın karşısına, görünmez mahkemenin, sadece en alt kademesinde olanlar yani temsilcilerinin temsilcileri çıkar. Bütün mücadelesine rağmen K., görünmeyen mahkemenin dilini çözemez ve onu baştan yenilgiye uğratan iletişimsizliğe sonunda teslim olur.

Mimari üslubu kullanarak, ikili ilişkilerde kendini yüceltme isteği içerisinde olan bir otorite çıkmıştır.

Josef K. suçunu öğrenebilmek her türlü mücadeleye girer. Nerede olduğu bile söylenmeyen mahkemeyi bulmak için araştırmalar yapar. Avluların etrafına yayılmış yoksul evlerinden birinin içinde, K’nın karşısına duruşma salonu çıkar. Romanda, duruşma salonunda, locadakilerin, aşağıdaki Josef K.’ya tepeden baktıkları vurgulanılır. Yine karşımızda mimari üslubu kullanarak, ikili ilişkilerde kendini yüceltme isteği içerisinde olan bir otorite çıkmıştır. Roman içerisinde cezaevi rahibi tarafından bir katedralde Josef K.’ya anlatılan ‘Yasa Kapısı’ meseli, otoritenin hem mimari aracılığı ile hem de kişilere kabul ettirilen yanlış bilinçle kendisini yüceleştirmesini göstermektedir. Aynı zamanda bürokratik engeller bu kurgu içerisinde de sunulmaktadır. Mesel, mahkemeye girmek için çok uzun bir yoldan gelen taşralı adam ile karşısına çıkan ve ona yol vermeyen kapıcı arasında mahkemenin kapısının önünde geçmektedir. İçeri girip giremeyeceğini soran taşralı adama kapıcı, ‘istersen beni geçip girmeyi deneyebilirisin’, der. Ardından da ilk kapıdan sonra birçok kapının olduğunu ve her kapıda kendisinden çok daha güçlü kapıcıların olduğunu belirtir. İçeri izinsiz girmeye teşebbüs etmeyen taşralı adam, içeri alınması için her yolu dener ve içeri alınacağı günü kapıcının verdiği tabureye oturarak beklemeye başlar. Taşralı adam gittikçe yaşlanır. İçeri girebilmek için, her türlü yolu denemiştir, rüşvet bile vermiştir. En sonunda ölmeden önce kapıcıya, bunca yıldır mahkemeye kendisinden başka girmek isteyenin neden olmadığını sorar. Ve kapıcı başkasının giremeyeceğini çünkü bu girişin sadece onun için olduğunu söyler. Bu sözler aslında mahkemenin sadece taşralı adamın bakışlarında mevcut olduğunu göstermektedir.

‘Yasa Kapısı’ meseli, otoritenin hem mimari aracılığı ile hem de kişilere kabul ettirilen yanlış bilinçle kendisini yüceleştirmesini göstermektedir.

Yasa önünde bekçi ayakta dururken, taşradan gelen adam bir iskemleye çöker. Aynı mekanda bile bir alt-üst ilişkisi kurulur. Bu ilişki meselin anlatılış anında da geçerlidir. Çünkü bu meseli anlatan cezaevi rahibi yüksekte dururken, Josef K. aşağıda durmaktadır. Meseldeki yasanın yayıldığı mekan sınırsız gibidir; kapıların kapıları izlediğini öğreniriz kapı bekçisinden.

Zaman bu meselde,yasa önünde bekleyen taşralı adamı yaşlandırır, ama kapıda bekleyen bekçide en ufak bir değişiklikten söz edilmez. Kafka’da, taşralı adamı kuşatan bir durumdur zaman.

Roman boyunca suçunu öğrenmek için mücadele eden Josef K. sonunda idam edilir. Fakat infaz sırasında, bitişik binanın üst katında birden yanan ışığı ve açılan pencereden kollarını uzatabildiği kadar uzatan bir insanı fark eder. Herhangi bir yararı olmasa da, bir an için Josef K.’nın umudu olur. Sanki bu sahne ile, tüm karamsarlıklara rağmen Kafka bize birey için bir hala ümit ışığı olduğunu belli etmek istemektedir.

Ruhbilimsel çözümleme yöntemi açısından romana baktığımızda süper egonun yani mahkemenin birey üzerindeki hakimiyetini ve bireyin yine onun dilini bilmediğini ve bu nedenle iletişim kuramadığını görmekteyiz. Ancak bu romanda süper ego, Freud’un bakış açısı ile nevrotik tavırlar sergilemektedir. Çünkü, toplumsal hayatta var olabilmek için bastırılan cinsel isteklere karşı yeterince güçlü değildir. Mahkeme, cinselliğin ve keyfiliğin ön plana çıktığı bir yapı sergilemektedir. Önlerinde yasa yerine pornografik kitaplar olan hakimler, duruşma salonunda oynaşan ve bu nedenle K.nın savunmasını engelleyen çiftler…

Marksist çözümleme yöntemi ile romandaki baktığımızda ‘Yasa Kapısı Önünde’ meseli dikkat çekmektedir. Otorite karşısında pasif kalması için edindiği yanlış bilinçle hayata bakan taşralı adam, bir ömür boyunca herhangi bir aktif rol üstlenememiştir. Eleştirel bakış açısını kaybettiği için gerçeği ancak ölmeden hemen önce anlayabilmiştir.

Söylem analizi açısından romana baktığımızda karşımıza, Foucault’un iktidara karşı koymanın, onu meşrulaştırmaya yarayan, zaten iktidarın bir parçası olan hukuk aracılığı ile sağlanamayacağına yönelik görüşleri çıkmaktadır. Josef K. bir hukuk devletinde yaşadığını vurgular ve suçunu kabul etmez ve suçsuzluğunu mahkemeye çıkarak, avukat tutarak ispatlayabileceğini düşünür. Ancak karşısında öyle bir sistem vardır ki, romanın sonunda kendi kendisine sorduğu gibi ‘ne yargıcın ne de yüksek mahkemenin nerede olduğunu’ bile öğrenemez. Tuttuğu avukat ise, bir dilekçe bile yazamayacak durumdadır. Josef K. hukuki yolları kullanarak kendini kurtaramamıştır.


Zorbalığın Yarattığı Yazar – Franz Kafka
http://www.yasamaugrasi.com
Özgür Öztürk - Şubat, 18, 2012


“Kendimden başka hiçbir eksiğim yok” diyordu yirminci yüzyıl dünya edebiyatının en önemli yazın adamı Franz Kafka. Kırk bir yıllık yaşamı boyunca aile, iş ve toplum yaşamında hep eksikti o. Annesine, babasına karşı evlat olarak, bürokratik bir devlet ve toplum yapılanmasına karşı birey olarak eksikti. Yazdığı eserlerinde hep bu sözünü ettiği eksiklik, zayıflık yönlendirmişti onu. Bu eksiklikleri olmasaydı büyük bir olasılıkla Franz Kafka’dan da, eserlerinden de yoksun olacaktık bugün.

Yirminci yüzyılın sadece ilk çeyreğini yaşamış olan Kafka’nın eserleri çağımızı anlamada bizlere hala sonsuz ışığıyla yol gösteriyorsa eğer, bu yirminci ve yirmi birinci yüzyılı Kafkasız anlamamızın eksiz kalacağının biricik kanıtıdır. Öyleyse yaşadığımız dünyayı anlamak için Kafka’yı, Kafka’yı anlamak için de onun eserlerini ve yaşamını incelemek gerekiyor.

“Yaşam, daha başında kaybedilmiş bir savaştır.” diyecek olan Franz’ın yenilgisi 1883 yılının 3 Temmuzunda Prag’da başladı. Kafka’nın soyunun gerçek soyadı Kavka’ydı ve Franz da imzalarının çoğunu Kavka olarak atardı. Kavka , Çekçede alakarga cinsinden bir kuşun adıdır. Prag’da oldukça çok bulunan kavkalara bazen kutsal bir simge olarak bakılırken kimi zaman da sürüler halinde uçmalarından dolayı savaş habercisi olarak bakılmıştır. Kafka, soyadının taşıdığı bu zıtlığı yaşamı boyunca hep yaşayacaktır. Bu zıtlığın kökeninde ise, Kafka üzerine inceleme yapmış pek çok araştırmacının değindiği üzere, babasının otoriter davranışları yatmaktadır. Babası, Franz’ın dostlarını ve nişanlılarını sürekli eleştirir. Franz, babasını anlatırken sert bir dil kullanır ancak kinden uzaktır anlattıkları. Kin ile suçluluk duygusu koşut ilerler yaşamında ve eserlerinde. Zaman zaman babasının sevgi gösterdiği anları gözleri yaşararak anlatacaktır. Ne başkaldırır babasına, ne boyun eğer ne de sevgi taşır içinde ona karşı. Evde ve işyerinde, Hermann Kafka herkesi ezen zorbanın tekidir. Her fırsatta herkese bağıran, herkesi susturan, Franz’ı bir balık gibi parçalayacağını söyleyen, yanında çalışan hasta bir tezgahtarı için: “Gebersin Köpek!” diyen bu baba karşısında eli kolu bağlıdır. Babasının işçilerinin burnundan getirmesine inat oğul Kafka, iş kazalarına karşı bir sigorta kurumunda memur olacaktır. Aile yaşamına karşı duyduğu tiksinti o boyuttadır ki ‘Hepiniz bana yabancısınız’ der annesine. ‘Yalnızca bir kan bağı var, ama o da kendini duyumsatmıyor. Bundan da nefret ediyorum; evde annemle babamın yattıkları yatağın kullanılmış çarşaflarını, dikkatle yerleştirilmiş gömleklerin görünüşü, beni kusturacak kadar bunaltabilir, içimi altüst edebilir.’ diyordu.

Kafka’nın Dava adlı romanında yer alan tutuklama görevlileri, yargıç, avukat, amca Max, rahip vb… hep birer baba figürünün yansımaları olarak okunabilir. Dava’nın final bölümünde K. çukura yatırılmış idamını beklerken aklından bir takım düşünceler geçirir. Bir yardım beklemektedir ve yargıcı geçirir aklından: ‘Neredeydi o bir türlü yanına yaklaşamadığı yargıç?’ Franz da yaşamı boyunca babasının yanına yaklaşamamıştır. ‘Dönüşüm’ de romanın kahramanı Gregor Samsa ise üç durumla hesaplaşır: Baba otoritesiyle, duygusal yaşamın yok olmasıyla ve ekonomik sömürüyle. ‘Dönüşüm’de babasının işlerinin bozulmasıyla (Kafka’nın babasının yaşamı boyunca işlerini ailesinin önüne koyduğunu ve çalışanlarını ezdiğini göz önünde bulundurursak bu iflas, Kafka’nın önemli bir fantezisi olarak değerlendirilebilir) yıkılan ailenin tek umudu çalışmakta olan Gregor Samsa’nın bir sabah uyandığında dev bir böcek olmasıyla başlayan aile içindeki sorunlara ve aile bireyleri önündeki aşağılanma ve tiksinti duyguları arasında ortaya çıkan bir varoluş sorununa değinilir. Gregor’un ulaştığı nihai özgürlük aile fertleri tarafından bir süpürge ve bir faraş yardımıyla atılmak olur, tıpkı Dava’da Josef K.’nın öldürülerek kurtuluşa kavuşması gibi. Ölüm Kafka’nın en önemli sığınağı olarak, yaşam kafesinden kurtulmasının gereğidir.

Kafka: ‘Av köpekleri henüz avluda oynuyorlar; ama avları daha şimdiden ormanın içinde ne kadar hızlı koşarlarsa koşsunlar, ellerinden kaçamayacaklar.” Bu özdeyişiyle insanoğlunun bir av olarak kaçınılmaz kaderine dikkat çeker. Aynı zamanda kendisinin zayıflığına ve ruhsal bakımdan güçsüzlüğüne de işaret eder. Kafka zayıflığı hakkında şunları yazar: “Bildiğim kadarıyla, yaşam için gerekli koşulların hiçbirini beraberimde getirmiş değildim, yalnızca insana özgü genel zayıflığın taşıyıcısıydım. Bu zayıflık sayesinde -bu anlamda sözünü ettiğim zayıflık, çok büyük bir güçtür- yaşadığım dönemin bana zaten çok yakın olan, savaşmak değil belli ölçüde temsil olmak hakkına sahip bulunduğum olumsuz yanını olanca gücümle özümsedim.” (Fischer,1998, 15)

Kafka’nın Dava’sı Neydi?
Kafka, tüm eserlerinde baş kahramanlarına bu zayıflık, itilmişlik, güçsüzlük, çaresizlik vs. gibi psikolojik durumları giydirir. Kafka’nın karakterleri, felsefi ve psikolojik bir tartışmanın aktörleridirler. Kafka yine bir özdeyişinde “Kafesin biri, bir kuş aramaya çıktı.” diyerek insanoğlunun içine doğduğu toplumun tüm kurumlarıyla birlikte bireyi nasıl esirleştirdiğini vurgular. Şato adlı romanında kendini kabul ettirebilmek için kafese girmek için rıza gösterir baş kahraman K. Onun için yaşam, sorumluluklar yumağı içinde ve bireylerin özgürlük yanılsamaları ile avunduğu kocaman kafesten başka bir şey değildir. Aslında bu özdeyişi ‘Dava’nın da diğer tüm eserlerinin de ana düşüncesini oluşturur. ‘Dava’da, insanlarıyla, işyeriyle, mahkemesiyle, akrabalarıyla, diniyle ve memurlarıyla bireyin çevresini kaplamış olan toplum otoritesi adeta avını aramaya çıkmış kafesi andırır. Kafka, kendinden on yıllar sonra Jean Paul Sartre’ın söylediği ve varoluşçuluğun sloganı olan ‘Başkaları Cehennemdir’ düşüncesini tüm eserlerinde olduğu gibi ‘Dava’da da daha 1914-1915 yıllarında işlemiştir. Dava’nın yazıldığı dönemde dünyanın bir çok ülkesi, başka ülkeleri avlamaya çıkmış kafes gibidir ve Kafka, ölümünden hemen sonra ortaya çıkacak Hitler’in, Mussolini’nin ve Stalin’in dünyayı kafesleme emellerini görmüş gibidir.

Hepimiz gibi Kafka için de toplumsal otorite ailede başlar. Birey zaten bu yönüyle kafesin içine doğar ve kafesten kaçtığını sandığı her an bir başka kafes onu çevreler. ‘Dava’nın kahramanı K. tutuklandığını öğrenir. Başlangıçta tutuklanma nedenini merak etse de bu saçmalığı merak etmeyi anlamsız bulur. Ancak tüm yaşamı da davasına odaklanır. Artık yaşamının geriye kalan bir yılında her şeyi bu davadır. Gerçekte, K.’nın tutuklandığını öğrenmesi, zaten toplum içinde tutuklu olmuş olmasının farkına varmasından başka bir şey de değildir. Bundan sonra yaşayacakları, tutuklanma öncesinde yaşayacaklarından çok da farklı değildir. Tek farkı ise K.’nın içine kapatıldığı kafesin farkına varmış olması ve onun dışına çıkabilme çabasıdır. K. dışındaki hiç kimse de bunun farkına varmaz ve bu dava onlara anlamsız gelmez. Farkına varmamak onları huzurlu kılarken farkındalık, K.’nın mutsuzluğunu belirler. Herkesin K.nın davasını biliyor olması, herkesin bir davası olmasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca herkesin onun davasından haberdar olması, ki bu onlara iktidar da sağlar, K’nın çevrelenmişliğinin bir dışavurumudur. Suçlanan, tutuklanan ve özgürlüğü elinden alınan biri olarak K. davalıdır. Suçlayan, tutuklayan olarak davacı ise toplumdur. Rahip K.ya davanın yapısı hakkında bir bilgi vererek varoluşçuluğa gönderme yapar: “Mahkeme senden bir şey istemiyor ki! Geldiğin zaman niye geldin demiyor, gitmek istedin mi, koyveriyor gidiyorsun.” Bu yaşama ilişkin bir bilgidir. Yaşamda kendi varoluşumuzu kendimiz belirleme hakkına sahibizdir ancak sonuçlarına katlanmak şartıyla. Örneğin işe gitmeme hakkı bizde saklıdır ama buna karşılık verilecek ceza bizim dışımızdadır. Aynı durum din için de geçerlidir. İnanıp inanmama özgürlüğüne sahibizdir eğer cehennemi göze alabiliyorsak, cezası bizim dışımızda örgütlenir. K’nın davası da aynı sorunu içinde barındırır. K. kendini savunma hakkına sahiptir, bunun için Amcası Max aracılığıyla bir avukat da tutar. Böylece K. amcasının ısrarı ve avukat yoluyla toplumun istemlerine boyun eğdirilecektir. Ancak K. kendi varoluşunu kendisi belirlemek ister ve avukattan vekaletini alır, kendini savunma ihtiyacı duymaz. K. kararını vermiştir ve sonuçlarına da katlanacaktır. K.’nın sonu toplum kurbanı olmaktır. O toplum ki kurumlarıyla, baskısıyla, bürokrasisiyle bireyi kafesin içine alır. Bireyden beklenen tek rol zayıflıktır. Ünlü Kafka çözümlemecisi Ernest Fischer, bürokrasi üzerine Kafka’dan şunları aktarır: ” Bürokrat için insanca ilişkiler değil, yalnızca nesne ilişkileri vardır. İnsan evraka dönüşür. Evraka verilen sayı ile belirgin kılınan, ölmüş bir varlık olarak evrakın akışına girer. Bu varlık şahsen çağrıldığı zaman bile bir kişi değil, yalnızca ‘olay’dır. ‘Konu’ ile ilgili olmayan ne varsa akıp gitmiştir. Resmi dairelerin koridorları aşağılanma kokar. Sigara içmek kesinlikle yasaktır. Bu yasağın kapsamına soluk almak da girer. Buna karşılık yürek çarpıntısına izin vardır, dahası çarpıntı olması istenen bir şeydir. Her türlü ümit uçup gider. Kapıdan kapıya gönderilen kişiye suçluluk duygusu aşılanır. Buraya giren, yalnızca bir vizite kağıdı ya da pasaportunun uzatılmasını istese bile kendini suçlu duyumsar. En iyi olasılıkla bir dilek sahibidir, aslında ise suçludur.”(Fischer,1998,33)

KAYNAKÇAb> – Fischer, Ernst(1998) Kafka. Çev. Ahmet Cemal, İstanbul:Kavram Yayınları – Kafka, Franz(1983) Günce. Çev. Mazhar Candan, İstanbul:İmge – Kafka, Franz(1997) Dava. Çev. Kâmuran Şipal. İstanbul:Cem Yayınevi – Kafka, Franz(2000) Aforizmalar. Çev. Esendal Kuzucu. Ankara:Sis Yayıncılık
   

>

Valid HTML 4.01 Transitional

Valid CSS!