ball.gif
ANASAYFA  ball.gif TÜMÜ  ball.gif ROMAN  ball.gif ÖYKÜ ve NOVELLA  ball.gif DENEME  ball.gif ŞİİR  ball.gif FELSEFE  ball.gif TIYATRO  ball.gif
 
 


Editörün Notu:
Alejandro Zambra, kuşağının başarı ve başarısızlıklarına, mutluluk ve mutsuzluklarına, umut ve umutsuzluklarına tanıklık etmeyi, onlarla edebiyat yoluyla sessiz bir iletişim kurmayı başarıyor. Şilili yazar Alejandro Zambra, ilk romanı Bonzai ile büyük bir çıkış yakalamış ve - 2010 yılında düzenlenen listede- İspanyolca yazan en iyi yirmi iki romancı arasına girmeyi başarmıştı. Kariyerindeki ikinci roman olan Ağaçların Özel Hayatı’nda karısının eve dönmesini beklerken üvey kızının başında ağaçlarla ilgili hikâyeler uyduran genç bir adamı anlatıyor ve başarısının tesadüf olmadığını kanıtlıyor. Ömer Türkeş


 

Romanın İçinde bir Roman -(Notos)
A. Ömer Türkeş, Radikal Kitap, 3 Temmuz 2015

Romanın İçinde bir Roman -(Notos)

Alejandro Zambra, kuşağının başarı ve başarısızlıklarına, mutluluk ve mutsuzluklarına, umut ve umutsuzluklarına tanıklık etmeyi, onlarla edebiyat yoluyla sessiz bir iletişim kurmayı başarıyor.

Şilili yazar Alejandro Zambra, ilk romanı Bonzai ile büyük bir çıkış yakalamış ve -2010 yılında düzenlenen listede- İspanyolca yazan en iyi yirmi iki romancı arasına girmeyi başarmıştı. Kariyerindeki ikinci roman olan Ağaçların Özel Hayatı’nda karısının eve dönmesini beklerken üvey kızının başında ağaçlarla ilgili hikâyeler uyduran genç bir adamı anlatıyor ve başarısının tesadüf olmadığını kanıtlıyor.

Zambra’nın Bonzai ve Eve Dönmenin Yolları romanları geçtiğimiz yıllarda Türkçeye çevrilmişti. Ağaçların Özel Hayatı, onları tamamlar mahiyette. Her üç romanda da benzer -ve çok ekonomik- bir anlatım tarzı var… Öyle ki kısacık ve olaysız romanlarını özetlemek için birkaç cümle yeterli olabilir. Tıpkı Bonzai romanının girişinde Zambra’nın yaptığı gibi; “Sonunda kız ölür ve oğlan yalnız kalır; gerçi oğlan kızın, Emilia’nın ölümünden birkaç yıl önce yalnız kalmıştı. Kızın adı Emilia ya da Emilia’ydı diyelim, oğlanın adıysa Julio, Julio’ydu, hatta hâlâ Julio. Julio ve Emilia. Sonunda Emilia ölüyor, Julio ise ölmüyor. Gerisi edebiyat.”

Bu ifadeler aslında yazarın edebiyat anlatışını özetliyor. Hikâye hiç önemsiz değil ama asıl önemlisi hikâyenin anlatılış biçimi. Okudukça daha derin katmanlara açılması, dili, üslubu ve anlatım zenginliği.

Bekleyiş… Bir gecelik bir hikâyesi var Ağaçların Özel Hayatı’nın. Bir akşam saatinde karısı Verónica’nın eve dönmesini bekleyen, bekleme süresi uzadıkça kaygılanan, giderek karanlık çıkarımlarda bulunan Julián’ın duygu ve düşüncelerine yoğunlaşarak serpilip gelişen ve geniş bir zamana yayılan karakteristik bir Zambra anlatısı.

Verónica üniversitede güzel sanatlar eğitimi görürken hamile kalıp çocuğu -Daniela’yı- doğurmuş ama evliliği sürdüremeyince kocasından ayrılmış. Geçimini pasta yapıp satmakla sürdürmeye çalışmış. Julián ile de böyle tanışmışlar. Bir süre sonra evlenmişler. Daniela şimdi sekiz yaşında. Julián ise otuzuna basmış. Bir türlü alışamadığı bir mesleği sürdürüyor. Santiago’daki dört üniversitede edebiyat hocalığı yapıyor ama uzmanlık alanı yok; “arz talep kanunu” nedeniyle edebiyatla ilgili her konuda ders veriyor. Julián’ın ikinci işi ise yazmak; sadece hafta sonları yazmaya fırsat bulabildiği için “pazar günü yazarı” diyor kendisine; “Çok kısa bir kitabı yeni bitirdi, yazmak elbette yıllarını aldı. Başlangıçta kendini malzeme toplamaya adadı: aşağı yukarı üç yüz sayfayı bir araya getirdi ama sonra paragrafları eksiltmeye başladı, sanki derdi hikâyeleri toplamak değil de azaltmak ya da silmekti. Sonuç zayıf: ısrarla kısa roman olduğunu iddia ettiği kırk yedi sayfalık sefil bir tomar.”

Bu sefil tomarın Zambra’nın ilk romanı Bonzai olduğunu düşünebilirsiniz. Çünkü Julián şöyle özetleyecek romanın hikâyesini; “Kendisini bir bonzai yetiştirmeye adamış genç bir adamı anlatıyor, diyecek muhtemelen. Belki de genç bir adam demez, belki de sadece başkahramanın tam olarak bir oğlan çocuğu ya da yetişkin bir adam ya da bir ihtiyar olmadığını belirtmekle yetinir.”

Anlatılan kimin hikâyesi? Verónica’nın resim kursundan dönmesini bekleyen Julián’ın belleği geçmişle bugün arasında mekik dokurken, bir yandan da küçük kızı avutmak için masallar uyduracak. Kendisnden başka pek az kimsenin bildiği, ağaçların özel hayatına dair hikâyeler bunlar. Julián’ın gecesi ve Ağaçların Özel Hayatı, Verónica dönene ya da Juliân onun dönmeyeceğine emin olana dek, Julián’ın -genç kuşağın- Şili tarihiyle örtüşen hayat hikâyesinden sahneler eşliğinde sürecek…

Zambra’nın her romanında o roman hakkında yorumlarda bulunan bir anlatıcı çıkar karşımıza. Ağaçların Özel Hayatı’nın anlatıcısı da araya girmeyi seviyor. Söz konusu araya girişlerde roman ve roman kişileri hakkında yorumlar yaparken oldukça alçakgönüllü; kimi zaman aksiyon eksikliğine, kimi zaman final sahnelerinin sakinliğine, kimi zaman gerilim eksikliğine dikkat çekiyor. Ne var ki anlatıcının alçak gönüllü itiraflarının ardında müstehzi bir tebessüm fark edilebilir. Çünkü ısrarla vurgulanan “düşman yokluğu”na rağmen romanda gerilim ve çatışma hiç eksik değil. Öncelikle Verónica’nın gelip gelmeyeceği beklentisinden kaynaklanan ve hikâyeyi merakla okutan bir gerilim yakalamayı başarmış. Öte yandan Julián’ın darbe sonrası Şili tarihine paralel giden hayatı da yeterince gerilimli.

Zambra ilk romanı Bonzai’yi 2006 yılında yayımlamıştı. Hemen ardından Ağaçların Özel Hayatı’nı tamamlamış (2007). Eve Dönmenin Yolları’nın yayım tarihi ise 2011. Üç ayrı ama -sıra gözetmeksizin- birbirini tamamlayan üç kısa anlatı. Üç kitapta da Şilili bir gencin hayatını anlattığı halde, yerelin ve özelin sınırlarını aşmış, genelgeçer bir gençlik durumunu kuşatıyor. Kendi varlığını hep hissettirdiği, hatta anlatılanların kendi hikâyesi olduğunun altını çizdiği bu üç romanı sanki daha ilk baştan tasarlamış Zambra. Benzerlikler dikkat çekici; Ağaçların Özel Hayatı’nın kahramanımızın adı Julio olacakken nüfus memurunun yanlış anlaması sonucu Julián olmuş. Julio ise Bonzai’deki kahramanın adı. Eve Dönmenin Yolları’nın anlatıcısının ismi belirsiz. Ancak doğum tarihi, bir anne, bir baba ve bir kız kardeşten oluşan ailesi, mesleği (edebiyat öğretmenliği), yazmaya ilgisiyle diğer roman kahramanlarıyla örtüşüyor ve üç roman kahramanının tek -ve aynı- kişi olarak algılanmasına yol açıyor. O kişinin Alejandro Zambra olduğunu söylemek mümkün. Zaten Zambra bunun ipuçlarını Eve Dönmenin Yolları’nda sıklıkla vurgulamıştı…

Hafıza ve geçmişle hesaplaşma Zambra romanlarında en önemli ortak tema olarak öne çıkar. “Geçmişin Uçucu İmgesinin Peşinde” adlı makalesinde Doğuş Sarpkaya, Eve Dönmenin Yolları’ndan yola çıkarak yazarın tarzını çok iyi özetlemiş; “Zambra, uzun betimlemeler, gereksiz ayrıntılardan kaçınıp, sözcük ekonomisi ile ördüğü romanında geçmiş ile bugün, çocukluk ile yetişkinlik arasında mekik dokuyan bir tarz yaratır. (…) Zambra, toplumun çocuklaştırılarak, iktidara boyun eğdirilmesini, yaşanan acılardan bihaber yaşayışını kurmaca ile gerçeği iç içe geçirerek anlatarak hem roman yazımı üzerine hem de Pinochet diktatörlüğünün yarattığı yıkımı düşünmemize olanak sağlar.”

Çağdaş yazarlar arasında en sevdiklerim arasında yer alıyor Alejandro Zambra. İnsanların daha doğrusu kendi kuşağından gençlerin başarı ve başarısızlıklarına, mutluluk ve mutsuzluklarına, umut ve umutsuzluklarına tanıklık etmeyi, onlarla edebiyat yoluyla sessiz bir iletişim kurmayı başarıyor.

Alejandro Zambra
Çeviren Çiğdem Öztürk
Notos Edebiyat – Roman
Kapak tasarımı Faruk Ulay

Haziran 2015, 73 sayfa,

 


Yaratıcı yazının belgeleri Belgelerim,

Alejandro Zambra’nın sadelik ve içtenlikle örülü anlatı dünyasını keşfetmek ve yaratıcı yazının sonsuz olanaklarına şahit olmak isteyenler için eşsiz bir kitap.
Özkan Ali Bozdemir
Yayınlanma tarihi: 23 Eylül 2016 Cuma, 17:09

Umberto Eco, Yorum ve Aşırı Yorum’da (Çev. Kemal Atakay, Can Yayınları, 1996) yazarın niyeti ile okurun niyeti arasındaki belirsizliği netleştirmek için üçüncü bir fikir olarak yapıtın niyetini ele alır. Metnin düğümlerini çözebilmek için sağlam üç ayak üzerine oturtulan bu yöntem, yine de yazının uçsuz dünyasını yorumlamak için yeterli olamıyor. Okurun niyeti çoğu kez yazarın ve yapıtın niyetinden hayli uzaklaşır, aşırı yorumun da ötesine geçer ki, yazar burada okur ve yapıt arasında terazi olmak durumunda kalır. Okurun terazi olduğu bir ölçüde yazar ve yapıt ne yazık ki eşitlenmez. Yapıt terazi olursa da okurun kefesi yazarınki karşısında her zaman üste çıkacaktır.

İşte aşırı yorum.

Kurmaca eserlerdeki sahicilik duygusu bir metnin okurdaki karşılığını bulması ya da okurun o metinden beklentisini ortaya koyması bakımından elbette önemli. Değil mi ki yazarın niyeti çoğu kez okurunu büyülü bir gerçekliğe davet etmek ve birlikte çıktıkları yolculukta onu özel ve şanslı hissettirmektir. O halde bunu okuruna kurduğu tatlı bir tuzak olarak düşünmek de mümkün, yapıtın niyetine göre. Fakat okurun niyeti yazarın etkisi altında kalmadan bu dünyaya dahil olduğunu bilmek ve metnin labirentlerinde özgürce ilerlediğini düşünmektir. İşte adına büyülü gerçeklik dediğimiz yeni dünyanın niyeti belki de tam olarak budur.

“BABAM BİR BİLGİSAYARDI, ANNEMSE BİR DAKTİLO”

Bonzai, Eve Dönmenin Yolları ve Ağaçların Özel Hayatı ile tanıdığımız Şilili yazar Alejandro Zambra, Notos Kitap etiketiyle çıkan Belgelerim’de kurmaca ile gerçeklik algısını ustalıkla harmanlayarak otobiyografi ve öykü arasında yeni bir türe alan açıyor. Yazdığı öyküleri Belgelerim adıyla bir araya getirmesi bu anlamda bilinçli bir tercih. Kitapta yer alan on bir öykünün hemen hepsinde anlatıcı-yazar olarak araya giren Zambra, bu yöntemle hayata ve edebiyata olan bakışını da işaret ediyor aslında.

Yazar aynı zamanda kitabın açılış öyküsü olan 'Belgelerim'de çocukluk günlerini, aile yaşantısını ve yazıyla olan ilişkisini büyük bir içtenlik ve sadelikle dile getiriyor. Birbiriyle taban tabana zıt gibi görünen konuları ve durumları aynı hikâyeye dahil ederek çelişkilerle dolu yaşamına bir ayna tutuyor Zambra. 'Belgelerim'i bu anlamda bir arayış veya uyanış öyküsü olarak da düşünebiliriz. Bilgisayarla dört ya da beş yaşındayken tanıştığını, bilgisayardan önce evlerindeki ve babasının iş yerindeki daktilolarla mutlu bir hayat sürdüğünü belirten yazar bu tanışma sonrasında yaşamındaki bazı olayları daha net bir biçimde hatırlamaya ve anlatmaya başlıyor. Annesi ile babası arasındaki iletişim sorununu daktilo ve bilgisayar imgesi üzerinden ifade ederek şöyle bir benzetme yapıyor örneğin: “Babam bir bilgisayardı, annemse bir daktilo.” Gerçekten de daktilonun amacını doğrudan belli eden basit düzeneği ile bilgisayarın karmaşık ve çok yönlü işleyişi kıyaslandığında bu benzetme daha anlamlı olur. Bu cümleyi bozulmaya/kırılmaya daha dirençli olan bir baba figürünün üstünlüğü şeklinde yorumlamak da mümkün. Yazıyı hayatının odağına alan Zambra’nın böyle bir benzetme yapmak için yine yazı araçlarını kullanması, onun hayata ve edebiyata bakışını açıkça ortaya koyuyor.

Alejandro Zambra aynı öykünün devamında okul yaşantısına ve kiliseyle kurduğu çetrefilli ilişkiye de değiniyor. Varoluşunu anlamlandırmak ve yaşamında yeni bir pencere açabilmek için okulun bando mızıka takımına girmeyi hedefliyor örneğin. Okuldaki herkes gibi kendisinin de bando şefine karşı duyduğu hayranlığı dile getiriyor burada. Bunu başaramadığındaysa kilisedeki ayinlere ağırlık veriyor ve rahiplerle iletişime geçiyor. Özellikle rahip yardımcısı Mauricio’yla kurduğu ilişki sonrasında yaşama ve gerçekliğe olan bakışı tümüyle değişiyor yazarın. Mauricio ile abisinin yaşadığı eve yaptığı ziyaretler sonrasında büyük bir kırılma yaşıyor ve hayatta dinsel konulardan öte bir gerçeklik olduğunu anlıyor böylelikle. Devrim sözcüğünü ilk kez işitiyor; cinayetlerden, işkencelerden ve gözaltı kayıplarından haberdar oluyor. Yazar tabii burada Pinochet dönemine ve Şili’deki askerî cuntanın korkunç gücüne de bir göndermede bulunuyor. Ailedeki baba figürünü, mızıka takımının bando şefini ve Pinochet’yi bu anlamda iktidarın gerçek karşılığı olarak yorumlamak mümkün. Yazar otoritenin farkına vardıkça içinde bulunduğu çöküntüyü daha net anlıyor ve bu kötü kâbustan uyanmaya başlıyor böylece. Şöyle diyor: “Ait olmak için işe yarayan yöntemlerden birinin sessiz kalmak olduğunu idrak ettim. Haberlerin gerçeğin üstünü örttüğünü, benim konformist ve televizyonla uyuşturulan çoğunluğa mensup olduğumu anladım ya da anlamaya başladım.”

YAZIYLA KURULAN BAĞ

Kurmaca ile gerçek arasındaki belirsizlikte dolaşmayı seven Zambra, özellikle 'Çok İyi Sigara İçerdim' adlı öyküsünde yaratıcı yazının sınırlarını epey zorluyor. Sigara konusunda yazılmış eserlerin, çekilmiş filmlerin fazla olduğu açık. Ancak Zambra bu öyküsünde yazı ile düşünce arasında farklı bir kanaldan ilerliyor ve ortaya oldukça sıradışı bir metin çıkarıyor. 'Çok İyi Sigara İçerdim'de migren hastalığından kurtulmak için son çare olarak sigarayı bırakmayı deneyen birinin tedavi süresince tuttuğu günlüğüne tanıklık ediyoruz. Öykü, doksan günlük tedavi boyunca son bir sigara içme hakkı olan anlatıcının altı dakika yedi saniye süren sigarayı içmesi ve son halkayı tavana doğru göndermesiyle açılıyor. Anlatıcı, sigarayı bırakma kararının hayatında büyük bir dönüşüme yol açabileceği inancını zaman zaman yitirse de tedavinin şartlarına büyük ölçüde bağlılık gösteriyor. Öyküde, hikâye odaklı bir olay yok. Günlüğe not edilen düşünceler ve alıntılar, anlatıcının tedaviye devam edip etmemek noktasında yaşadığı gelgitleri büyük bir ustalıkla resmediyor. Belki de tedaviye katkı sağlaması amacıyla kendini günlüğüne veren anlatıcı, tuttuğu notlarda yine sigaradan ve tiryakiliğinden söz eder. Hatırladığı bir olayı aktarırken bile olayın merkezinde hep sigara var. Kuzeniyle ilgili bir anısını paylaştığında “Kuzenim Rodrigo’nun evi iki buçuk sigara çekiyordu” diyebilecek kadar hem de.

Burada dikkat çeken bir şey var ki o da anlatıcının (belki yazarın) sürekli olarak yazınsal alıntılarda bulunması ve sigara ile yazmak, okumak arasında benzersiz bir ilişki kurması. Örneğin Italo Svevo’nun “Bir romanı sigara içmeden okumak imkânsız” cümlesine yer vererek sigara ile yazı arasındaki bağın kuvvetine dikkat çekiyor. Aynı şekilde Heinrich Böll’ün Palyaço kitabını da günlüğüne not düşerek bu kitabı karakterlerin yarım sayfada bir sürekli sigara içtiği çok güzel ve acı dolu bir roman olarak betimliyor; kitaptaki karakterlerle eşzamanlı olarak sigara içtiğini ve Heinrich Böll sayesinde (yüzünden değil) iyi bir tiryaki olduğunu itiraf ediyor. Yazar bu durumu da etkin okur olmakla ilişkilendiriyor. Tıpkı karakterler acı çektiğinde acı çeken, onların sevinciyle sevinen okurlar olduğunu belirten anlatıcı, karakterler sigara içtiğinde okurun da sigara içmesini etkin okur olmanın gereği olarak görüyor. Ve sonunda tedavi işinin saçma olduğuna razı gelerek çok yanlış bir tatmin duygusu kazandığını da itiraf ederek şöyle toparlıyor: “Bir gün gelip de arkamdan şunun söylenmesini istemem: ‘O bitti. Artık sigara bile içmiyor.’”

Belgelerim, Alejandro Zambra’nın sadelik ve içtenlikle örülü anlatı dünyasını keşfetmek ve yaratıcı yazının sonsuz olanaklarına şahit olmak isteyenler için eşsiz bir kitap. Yazar, yapıt ve okur üçgeninde kaybolmak ve gerçek niyetin iyi bir edebiyat olduğunu bir kez daha düşünmek için.

Alejandro Zambra/ Belgelerim/ Notos Kitap/ Çev. Çiğdem Öztürk/ 210 s.

 

Image result for tree images

Ağaçların Özel Hayatı ya da Yaşam Köprüsü

Takyedin Çiftsüren, Edebiyat Haber, 7 Ağustos 2015
Ağaçların Özel Hayatı ya da Yaşam Köprüsü

Romanlar biri eve gelmedi mi başlar, der anlatıcı. Bu roman da öyle. Ağaçların Özel Hayatı; evin kadını, Julián’nın eşi, Daniela’nın annesi olan Veronica’nın bir gece eve gelmesi gerektiği saatte eve gelmemesiyle başlar. Ama farkla: diğer romanlar, gelmeyenin peşinden giden, gelmeyeni getirmek için harekete geçen kahramanın eyleme geçişiyle başlar. Olayı aydınlatmak, eksikleri tamamlamak için çabalar, romanlarda bu çaba anlatılır. Ama bu romanda öyle bir yol izlemez. Tersine gelmeme üzerinden, gelmemeyi bir avantaja dönüştürerek yazılmaya devam eder.

Romanın kahramanlarından Julián, bir öğretmendir. Yazar da sayılabilir. Pazar eklerinde yazar. Bunların yanında hikâyeler biriktirir. Ama sanki işi biriktirmek değil de dağıtmakmış gibi biriktirdiği onca sayfadan, bir şeyler çıkara çıkara elinde 40 sayfalık yazılar kalır.

Julián, tıpkı yazdığı metinleri azalttığı gibi (200 sayfadan 40 sayfaya) kendi geçmişini de azaltır. Ailesiyle büyük bir sorun yaşamamış olmasına karşın ailesiyle görüşmeyen Julián, geçmişinde elle tutulacak bir şey bulamaz. Kitapta belirtmese de asıl kızdığı şey budur. Çünkü yazmak için geçmişine dair bir anısı yoktur. Ailesinden bir ölü bile yoktur. Ailesinden birisinin ölmesinin acısını kullanamamıştır o yüzden. Ne arkadaş çevresinde ne de yazdıklarında. Bu yüzden Julián, yazdıklarına ve de hayallerine olmayan şeyler ekler.

Madem geçmişinde isteği pek bir şey yoktur o zaman geleceğe istenilen şeyler yüklemek gerek. Gelecekte istediği şeylerin yapamayacağının da farkında olan Julián, geleceği hayal eder sadece. İyi ihtimallerle yaşanmışçasına gelecek kurar. Bu geleceği kurarken de çok eli açık davranamaz. Çünkü eli açık davranması için yeteri kadar malzemesi yoktur. Bu yüzden geçmişten aklında kalan bir iki anıyı kullanır. Bunlardan en önemlisi köprüdür. Romanda asıl görevi üstlenen şey köprüdür. Bu romanda bizi hareket geçiren, bize iz sürdürten tek durum da budur.

Köprü iki yakayı birbirine bağlayan bağdır. Bu yaka ile öbür yakayı, baba ile oğlu, geçmiş ile geleceği. Hatta baba ile üvey kızı ve İki sevgiliyi de.

Julián, bugün ile yarın arasında bulunan bir gecede yaşar. İki gün arasındaki bir gecede. Yani bir köprüde. O gece eşi gelmemiştir. Geldi mi de bitecektir roman. Ama gelene kadar ya da gelmeyeceğine ikna olana kadar devam etmek zorundadır. Geçmiş ile gelecek arasındaki bu gecede roman yazılmaya devam eder.

“Bakışını akıntıya sabitle: köprü ilerliyor, biz ilerliyoruz, su sabit, akmıyor,” “başta zorlanıyorsun ama sonra gözün alışıyor,” “şimdi hızını kaybediyor, şimdi suyun üzerinde, bir teknede ilerleyen sensin.” diye yazılır romanda. Evet, su akıp geçen zaman, köprü yaşadığım yer, o yerin üzerinde yaşayanlar biziz, su sabit aslında, zaman sabit, biz akıp geçiyoruz, akıntının istediği yönde hem de. Her ne kadar biz akıntı olduğu görmezsek de. Aslında bu da hayata çok sıkı bağlanma çabamızın gözümüzü yanıltmasından geliyor.

Şimdi eşi eve gelmediğine göre artık zamana odaklanabilir, sadece gözlerini değil bütün duyu organlarını zaman sabitleyebilir. Sabitleyip gerçekleri görebilir. Ama eşi gelirse göremez. Çünkü o zaman zihnini ve eylemlerini sınırlandıran şeyler ortaya çıkacaktır. Eşi resim çizecektir, kendisi okumaya koyulacak, sonra bunları bir kenara bırakıp sevişecekler. Sevişirlerken kâh samimi kâh anı kurtarmak ya da anın ruhuna uygun olsun diye sözler sarf edilecektir. Hayat her zaman olduğu gibi monoton bir şekilde akacak, onlar hiçbir şeyin farkında olmadan peşinde sürükleyecektir onları. O yüzden şu an çok değerli. Bir çıkış yolu. Bir köprüdür. Gözlerini zamana sabitlemiş, ana, geleceğe ve de geçmişe odaklandığı o köprüde durmaktadır. Bu anda olmazsa eğer bir daha bütün bunlara odaklanacak bir zaman(köprü) bulamayacaktır.

Julián, uydurma konusunda ustadır. Belki de bu ustalığı geçmişinde bir şeyin olmamasından gelir. Geçmişinde bir masal bile yoktur, o yüzden üvey kızı Daniela için masal uydurur: Ağaçların Özel hayatı. Roman adını bu uydurma masaldan alır.

Uydurma konusunda bunlarla da yetinmez Julián. Geçmiş uydurur, gelecek uydurur. Mademki bir yazar olarak geçmişinden alıp kullanacağı bir malzemesi yok, o zaman varmış gibi göstermek için uydurması gerekir. O da yapması gereken tek şeyi yapar: Uydurur.Ve böylece uydurma konusunda usta olan bir kahramanı anlatan bir roman çıkar ortaya.

Ağaçların Özel Hayatı, Alejandro Zambra’nın Bonzai ve Eve Dönmenin Yolları’ndan sonra Türkçeye çevrilen üçüncü romanı. Novella ya da novelette de diyebileceğimiz bir türden. Öyküsel bir dil kullanmış ama şiirden de pek kaçtığı söylenemez: Julián silinip giden bir leke.

Gerek kurgusuyla gerekse de diliyle, dili kullanışıyla insanı romana bağlamayı başaran bir yazar Alejandro Zambra. Sadece bu kitabını okumakla da bunu söyleyebiliriz.


Beklerken yazma umudunun kitabı: Ağaçların Özel Hayatı

Esra Yalazan, T24, 9 Ağustos 2015

Geçmişe, geleceğe, şimdiki zamanın parçalarınmış ruhuna sıçrayan çok parçalı yapısına rağmen tek bir gecede geçen düşüncelerin romanı ‘Ağaçların Özel Hayatı’, kendini sorgulayan bir yazarın içsesiyle biriken hikayelerin buluştuğu, yazı sanatının sorgulandığı özel bir kitap.

İnsanlığın en basit felsefi soruları gündelik hayat pratiklerinin içinde kaybolur; Kimiz, nereden geliyoruz, nereye kadar gidebiliriz, hayatta ne bekliyoruz vs.. Umut, bu sorgulamanın loş bir yerinde kara bulutların arasından usulca sızan ışık huzmeleri gibi saklanır. Ama esas olan, hayata devam edebilme gücü olan, her şeye rağmen umut etme dürtüsüdür. Duyguların silikleştiği durumlarda gücüyle besler, canlandırır. Gelecek korkutur ama aynı zamanda umudu taşıyarak bize her daim ‘yeni bir hayat tasavvuru’ hazırlar. Şimdiki zamanın içinde yaşadığımız anı unutup, geleceğin aynasından geçmişe bakmanın umut etmekle yakından ilgili olduğunu düşünüyorum.

Geçmişle gelecek arasındaki ilişkinin benzerliği, her ikisinin de ‘canlı’ olmayan bir duruma tekabül etmesinde kendini gösteriyor. Vaktiyle sevdiğimiz birini ‘şimdi’ sevmiyoruz bazen veya gelecekteki belirsiz ‘O’nu bir gün sevmeyi hayal ediyoruz. Geçmişimizdeki bir hatıraya döndüğümüzde ya da geleceğe dair bir hayalin içine yerleştiğimizde ‘şimdiki zamanın’ hazzını hissetmeden hayata teğet geçiyoruz. İnsan, hatırlarken veya geleceği düşünürken kendi olmaktan uzaklaşıyor çünkü. Bana kalırsa yazma eylemi de insanı kendinden epey uzaklara savuruyor. Bu çelişki yazmanın doğasında var. Eserlerini sevdiğiniz yazarlara sorun, çoğu o an kim olduğunu, ne hissettiğini, neden öyle yazdığını pek hatırlamaz. Ama hatırlamanın ve sadece umut etmenin insanı ‘hiçleştirebilen’ karanlığının tersine, yaşarken algılayamadığımız başka türlü, büyülü bir ‘şimdiki zaman’ da hediye eder yazı sanatı.

Yakın bir dostuna seslenir gibi anlatmak Edebiyatın bu yönünü bana hatırlatan, Şili doğumlu genç yazar Alejandro Zambra’nın ‘Ağaçların Özel Hayatı’ isimli novellası oldu. Bir üçleme olarak tasarlamasa da, anlatıcı kahramanlarının yazarıyla dolaylı ilişkileri/benzerlikleri, tematik akrabalıkları ve incelikli bağlantıları okur nezdinde bir bütünlük yaratmış anlaşılan. Ben sonuncusundan başladım ve hemen sevdim. Klasik bir roman anlatısının dışında bugünün modern edebiyatını temsil eden ‘oyuncaklı’ yapısı değil sadece beni çeken. Anlatıcının, yakın bir dostuna seslenir gibi kullandığı dilin ve sakin anlatımının kendi üzerine kapanan sertliği de çarptı doğrusu.

Geçmişe, geleceğe, şimdiki zamanın parçalarınmış ruhuna sıçrayan çok parçalı yapısına rağmen tek bir gecede geçen düşüncelerin romanı, hayatını sorgulayan bir yazarın içsesiyle biriken hikayelere dönüşmüş. Eski kuşak Latin Amerika edebiyatının destansı formundan farklı, küçük bir hikayenin içinde, halka halka genişleyen, bazen kesintiye uğrayan, bittiği yerde tekrar başlayan helezonik kurgusuyla, anti kahramanların dolaştığı gölgeli sokaklara korkusuzca dalmış Zambra. Santiago’da öğretmenlik yapan Julian, eşi Veronica’yı beklerken üvey kızı Daniela’ya bir gecede ağaçların özel hayatı hakkında masallar anlatıyor ve bu esnada okura yazarlığın arka planını, meselelerini gösteren tuhaf bir resim çiziyor. Bunun, yazar Zambra’nın hikayesi olduğunu da düşünebilirsiniz tabii. Ne de olsa yazarlar bu tür ‘saklambaçlara’ bayılır ama bence edebiyatının onu çağdaşlarından ayıran kısmı bu tür bilinen post modern ‘oyunlar’ değil.

Romanın kahramanı Julian ‘şimdiki zamana’ ihtiyaç duymayan, geçmişini ve hatırlamak istemediği ailesini ‘silik’ addeden genç bir adam. Pinochet darbesi karşısında susarak gizlenmeyi tercih etmiş bir ailenin, yazının tam da kavrayamadığı gücüyle soluk alabilen yazar oğlu. Genç yazar Julian, onu yazan ‘anlatıcı’ ve hepsine daha yukardan bakan Zambra, üçü de ‘geçmişin artılarını ve eksiklerini hesaplayamaya yazgılı’, geleceği hayal ederken henüz yazılmamış romanların düşünüldüğü bir gecede, ortak bir kaderin dağılmış parçaları gibi göründüler bana; Hayatın büyük boşluğunda ne beklediğini bilmeden beklerken, yazarın istediği gibi anlatabilme, hikaye etme ve yazabilme umudunu koruması. Hepsinin yolları aynı gerçeklikte kesişiyor.

Zambra pek iyimser bir yazar değil hatta saklamaya çalıştığı merhametli şiirine rağmen edebiyatının oldukça katı bir yüzü de var. Anlatıcı, Veronica’nın gelip gelmemesinin önemini yitirdiği o gecenin koyuluğunda Julian’ın boşluğa seslenen kısacık bir anını anlatıyor: “Sesi bir yudum kuru hava gibi; yüzü korkusuzca gölgeye karışıyor. Julian silinip giden bir leke. Victoria silinen ama iz bırakan bir leke. Gelecek Daniela’nın hikayesi”. Duygu durumları arasındaki bağlantıları kurmayı okuruna bırakmayı tercih eden zarif ve akıllı bir şair!

Gelecekte Daniela’nın okumasını istediği hayali romanına dair bilincinden akıp gidenler Zambra’nın kitap, okur ve gerçeklikten süzülen kurgu arasındaki ilişkiye dair düşüncelerini gösteriyor: “Ama arıyor, kendini arıyor, belki bir paragraftan ötekine geçesiye araya günler, haftalar, aylar girmiştir. Belki Julian yazarken Daniela birden içeri girmiş ve bu müdahale kitapta bir cümle ya da en azından bir kelime bırakmıştır. Bu yüzden bazı cümlelerin altını çiziyor, ama bunlar beğendikleri değil…Kendi dilini, kendini arıyor ama bulamıyor. Kitapta yok. Kaybolmuş. Bu yokluk onu rahatsız etmiyor. İçi avuntu ve hayal kırıklı karışımı bir duyguyla kaplı, kitabı kapatıyor. Hayatı değişmedi…”

‘Ölülerini anan aileler de var’

Zambra, edebiyatın hayatı derinden sarsacağına inananlardan değil sanırım ama yazarlıkla, yazma eylemiyle ciddi bir derdi olduğu kesin. Yazı sanatını küçümsemiyor elbet ama onu klasik edebiyatın kutsallaştırmasına benzer bir yüceltmeyle konumlandırmıyor anladığım kadarıyla. İnsanın doğal dürtülerine, hikaye etme sezgisine, kendisinden başka bir şey olabilmek için hayatın dışına taşma arzusuna inanıyor. Bu yüzden ‘yazar kahramanları’ hayatlarını kuşatan vasatlıktan kurtulup farklı hikayeler anlatmak istiyorlar ama sonra yine kendi yaşanmış hikayelerine dönüyorlar. Proje kitapları sevmiyorlar. Julian bir noktada, edebiyat yapmak yerine ‘mutsuz ama yoksul olmayan bir geleceğe doğru’ ilerleyen ailesiyle yaşadığı, 1984’deki çocukluğunu anlatmadığı için hayıflanıyor. Kendi ailesinin kayıtsızlığı karşısındaki öteki aileleri düşünüyor ve onları yazmış olmayı diliyor: “Ayrıca gecenin çöküşünü ciddi salon sohbetleriyle karşılayan aileler de var. Bir de o saatlerde yüzlerine sinen, acının halesiyle ölülerini anan aileler de var. Kimse oyun oynamaz, kimsenin çıtı çıkmaz: büyükler kimsenin okumayacağı mektuplar yazar, çocuklar kimsenin cevaplamayacağı sorular sorar”.

Juilan’ın bir bonzai ağacının günlüğünü yazmaktansa (Yazarın ilk kitabına gönderme) çocukluğuna dair hatıraların olduğu uzun bir hikayenin işe yarar tek kitap olduğunu düşünmesi boşuna değil. Zambra’nın gerçeklikle kurgu arasındaki açık-kapalı ilişkisini her okur kendi bakışı ve edebi ölçüleriyle değerlendirecektir. Yazı sanatında esas olan kurguladığımız geçmişimiz, hayallerimiz mi yoksa olduğu gibi bütün canlılığıyla anlatabileceğimiz gerçek hikayelerimiz mi? Ve daha da önemlisi bu mümkün mü? Gerçek hikaye edildiğinde gerçek olmaktan çıkar çünkü. Ben henüz ilk iki kitabını okumadım ama anladığım kadarıyla yazar esas itibarıyla yazmanın, sevmenin, sevilmenin farklı halleri ve imkanları etrafında dolaşıyor.

Zambra’nın hikayesinin sonuna doğru Julian beklemekten bitkin düştüğü o gece, kendi kendilerine konuşan kadınların uzun ve karmaşık bir listesini döküyor. En sevdiği deli Emily Dickinson’ı düşünüyor. Onun bir şiirini hatırladıktan sonra tıpkı bir deli gibi boşluğa doğru yüksek sesle sayıklar gibi söylüyor: “Hoş görmek, dayanmak, yüklenmek, katlanmak, taşımak, tahammül etmek, sorumluluğu üstlenmek –karanlığı kabullenmek, geceden payımıza düşeni taşımayı bilmek, gecenin bir bölümünü kabullenmek, karanlığı yenmek, ışıktan artakalmak, gecenin içine dalmak, karanlığın sorumluluğunu üstlenmek, gecenin sorumluluğunu üstlenmek”.

‘Ağaçların Özel Hayatı’, hikayesinin ötesinde incecik bedeninden taşan ilginç sorularla okuru edebiyat hakkında düşündüren çarpıcı bir kitap. Julian’ın kendi vasatlığından kaçışını bize aktaran anlatıcı, “Aslında bir roman yazma isteği de yoktu, sadece anılarını üst üste yığabileceği uygun ve korunaklı bir alan bulmayı arzuluyordu. Hafızasını bir çantaya tıkmak ve bu çantayı ağırlığı sırtını sakatlayıncaya kadar doldurmak istiyordu” dediğinde ona inanabilirsiniz. Ya da üvey kızı Daniela’ya masal anlatırken “Belki de anlamlı olan tek şey uydurmak” deyişine aldanabilirsiniz. Karar sizin.

 

Valid HTML 4.01 Transitional

Valid CSS!