Alev Alatlı

Aydınlanma Değil, Merhamet

Alev Alatlı
                                        

Anasayfaya
Eleştiri sayfasına


 

Editörün Notu :
“Aydınlanmanın kibri” dediğim olguyu tek bir kelimeyle ifade etmek durumunda kalsam, seçeceğim sözcük hükümsüzleştirmek olurdu.  İnsanları, yaşananları, ülküleri, bilgi birikimini, inançları hükümsüzleştirmek; hiç olmamışlar gibi yapmak; teknolojik üstünlüğün revaç verdiği çokbilmişlik, kabalık, yüzeysellik, hafifmeşreplik. " Alev Alatlı


 

Merhamet'e Çağrı

http://kitapyorumu.blogcu.com/

Alev Alatlı, "Gogol'ün İzinde" üst başlıklı yeni nehir romanına "Aydınlanma Değil Merhamet''le başladı. Aydınlanma adına üçyüz yıldır acı çekildiğini belirten yazar, bugün dünyanın tek ihtiyacının merhamet olduğunu söylüyor.

Alev Alatlı'nın kaleme aldığı "Gogol'ün İzinde" dörtlüsünün ilk kitabı "Aydınlanma Değil, Merhamet!" Everest Yayınları arasından çıktı. Dizinin diğer üç kitabı olan "İsa Mesih için Son Çağrı", "Suya Yazılı" ve "Akma Volga'm!" kitaplarını üçer ay arayla yayınlayacak olan Alev Alatlı toplamı 2200 sayfadan oluşan nehir romanında Rusya'yı ele alıyor. Yeni dünya düzeni ve küreselleşme merkezinde Doğu ve Batı karşılaştırması yapan Alatlı, bu temel sorunsalları Rusya üzerinden değerlendiriyor. Rusya bağlamında bahsettiği aydınlanmayla, "Batılılaşmak" uğruna üçyüz yıldan beri beri çekilen acıları kastettiğini belirten ve bugün dünyanın tek ihtiyacının merhamet olduğuna dikkat çeken Alatlı, tarihin en büyük dramına tanıklık eden kuzey komşumuz Rusya'nın serüveninin Türkiye'nin sadece geçmişine değil geleceğine de ışık tuttuğunu ve bu kitabın Rusya'nın Türkiye kitabı olmasından ürktüğünü söylüyor.

· HALE KAPLAN ÖZ

Nasıl biriktirdiniz bunca Rusya'yı, onu yazmak nasıl bir heyecandı?

Bir gün, bir yerde, "Moğollar Kiev'i talan ettikten sonra Rus köylüleri, kuzeye, ormanlara çekilirler. Ve orada medeniyet yorgun düşer, uykuya yatar. İnsanoğlu en başa döner, toprağa iltisaklı bitkiye dönüşür, dilsiz ve dayanıklı. Savaşçı imparatorların estirdikleri fırtınaların rasgele savurduğu ezeli ve ebedi köy, çocuklar peyda eden, toprak anaya tohum gömen o 'sonsuz' köylü, yeniden ortaya çıkar: Kendi yağında kavrulan kıvrım kıvrım bir canlı kümesi. Ölmeyecek kadar gıda, ehemmiyetsiz tasarruflar, ehemmiyetsiz servetler ve tahammül... Yığınlar ayaklar altında ezilirler ve fakat yaşayakalanlar ölenlerden boşalan yeri ilkel doğurganlıkla doldurur ve acı çekmeyi sürdürürler," diye bir cümle okudum. İçim çekildi. Ölmek, öldürülmek, öldürmek üzere inatla döllenen, ezelden ebede döllenen insanları tanımak, ölenlerden boşalan yeri doldurmaya ve acı çekmeyi sürdürmeye niçin ve nasıl bu kadar hevesli olunabilineceğini öğrenmek istedim. Gerisi, binlerce sayfa okuma. Birkaç seyahat. Nefes kesici bir serüvendi ve devam ediyor.

Aydınlanma ve merhamet karşıtlığını nasıl anlamlandırıyorsunuz, bu iki kavram karşıtlık kurar mı gerçekten?

"Aydınlanma" elbette "merhamet"in karşıtlığı değil! Benim Rusya bağlamında bahsettiğim, "Aydınlanmak", "Batılılaşmak" uğruna üç yüz yıldan yani Deli Petro'dan itibaren çektikleri acılardır. Petro'ya "İlk Bolşevik" denmesinin nedeni de budur. Aydınlanmacıların entelektüel kibirleri nedeniyle çok ağır bedel ödendi ve ödeniyor. "Tek yol" devrimdi, şimdi de "tek yol" serbest piyasa ekonomisi, liberalizm. Kibir aynı kibir, zulüm aynı zulüm. Bana sorarsanız, bugün dünyanın ihtiyacı olan, herşeyden çok "merhamet"tir.

Rusya'da bizim ülkemiz ile ortak gördüğünüz unsurlar neler? Rusya'nın yaşadıklarını Türkiye yaşasaydı nasıl bir ülkede yaşıyor olurduk şu an?

Günümüz Rusya'sında gözlemlediğim manzara şu: Aşırı derecede yıpranmış, sadece halkının desteğinden değil, bürokrasisini dolduracak güvenilir insan kaynağından da yoksun bir devlet gücü... Entelektüel bir boşluk içinde, temsil ettiklerinin ihtiyaçlarını dillendirmekten aciz, bir o kadar zayıf ve dezorganize muhalefet. Denetimsiz serbest piyasa ve özelleştirme ile yaratılan, ülke çıkarlarını hiçe sayan "Yeni Ruslar" diye birilerinin varlığı... Medyayı kontrol eden finansman çevreleriyle Kremlin arasındaki "enformasyon savaşları" arasında bölünmüş bir halk... Kendi hükümetleri ile yabancı bir güçmüşcesine pazarlık eden ekonomi seçkinleri... Tahrip olan manevi değerler... İnsan hayatının gündelik gereksinimlerin ötesinde daha üstün bir anlamı yokmuş gibi yaşanması... Tarihin kaderci bir bakış açısıyla değerlendirilmesi, ahlâki ve dolayısıyla ekonomik düzelmenin mümkün olmadığı duygusunun yerleşikliği... Bu sahnenin tanıdık gelmesi ürkütücü.

Ülkemiz yazarları arasında farklı ülke ve kültürleri ele alan yazar pek yok. Siz bunu yaptınız. Yazmak için de bir Doğu ülkesini seçtiniz ve bir muamma olarak tanımladığınız bu coğrafyayı yazdınız. Tüm bunlardan sonra onu, Rusya'yı tanıyabildiğinizi rahatlıkla söyleyebiliyor musunuz?

Kendi insanımızı bile doğru dürüst tanıyamazken, bir başka kültürü eksiksiz öğrendiğimi söylemem elbette haddimi aşan bir tavır olur. Ancak, başladığım noktadan çok daha ilerdeyim diyebilirim.

Rusya'nın anlatımında gerçeklikten hemen hemen hiç kopmuyorsunuz, bu roman kurgusu içinde bir çelişki değil mi?

Bu sorunuza iki cevabım olacak. Birincisi, Mark Twain'in ünlü saptaması: "Gerçek, kurgu'dan daha acayiptir, çünkü kurgu, olabilirlikleri gözetmek durumundadır; 'gerçek'in öyle bir zorunluluğu yoktur." Bu nedenle, kurgudan daha heyecan vericidir gerçek. Öyle ki, roman gerçeği budayarak anlatmak durumundadır, tümüyle aksettirdiğinizde kimse inanmaz. İkincisi, edebiyat, hayatın yani gerçeğin ta kendisidir. Bilimkurgu bile gerçeğin üzerine kurulur. Onun için çelişki diye bir şey söz konusu değildir. Kaldı ki, NabokovSoljenitsinGogol'un aynı odada buluştuğu bir durum, ne kadar "gerçek" olabilir ki?

Rusya Türkiye'ye ışık tutabilir Aydınlanma Değil Merhamet'te bize çok da tanımadığımız Rusya'nın sosyal, ekonomik, tarihsel, siyasal ve kültürel yapısını kucaklayan bir tablo çiziyorsunuz. Rusya'yı gündemimize sokma çabanız neden?

Bakın, insan olarak türdaşlarımızla paylaşmadığımız hiçbir özelliğimizin olmadığına inanırım. Rusya'nın serüveni Türkiye'nin sadece geçmişine değil, geleceğine de ışık tutabilecek bir serüvendir. Üstelik, Avrupa ülkelerinin serüveninden çok daha öğreticidir, çünkü Asya'yı, hatta İslamiyet'i paylaşıyoruz. İkimizin de gözü hep Batı'da olmuş. Rusya'nın Türkiye kitabı olmasından ürküyorum.

Bu, rusya'nın viva la muerte'si Romanın yayınlanmasının ardından ülke içinden ve dışarıdan özellikle de Rusya'dan gelecek tepkiler hakkında beklentiniz neler?

Rus okurların şaşırdıklarını biliyorum. Türkiye'den böyle bir çıkış beklemiyorlardı ve haklılar, çünkü kültürleri ile gündemimizde olmadıklarının farkındalar. Aralarından "Bu kitap Rusya'nın 'Viva la Muerte'si" diyen oldu. Türkiye'ye gelince, okuyanın ağızında Rusya'nın burukluğu kalsın, yeter. Öte yandan, on gün içinde üçüncü baskıya girmiş olması, Türkiye'de okunmak için "hafif" konularda yazmak gerektiği şeklindeki yaygın inancın pek de doğru olmadığını gösteriyor ki, benim tecrübem de bu yöndedir

Yeni safak 20040722
 

Alev ALATLI ile Söyleşi

Kaç Tane “Pravda” Olabilir ki?

Benim İçin Edebiyat, Hayatın Anlamını Sorgulamaktır
2023 Siz, son yıllarda Türkiye’deki romancıların tercih ettiği yoldan farklı bir istikamette eserler veriyorsunuz. Okuyucuyu, kolay hazmedilir metinler yerine, sizin kitabınızla başlayacak ve başka okumaları da zorunlu bir kapıdan içeri dâvet ediyorsunuz. Hatta bana kalırsa itiyorsunuz? Sizin yazmaktaki muradınız nedir? Yazmanın sizdeki anlamı ve saikleri nelerdir?

Alev Alatlı
Edebiyatta farklı ekoller var tabiî... “Sanat sanat için midir, sanat toplum için midir”den başlayan en az üç asırlık bir tartışma var. “Zarf mı, mazruf mu” tartışması var. En az son elli yıldır, “fiction” yâni “kurgu” ile “novel” yâni “roman” farklılaşması var. “Pulp fiction” var. Var da var… Ama benim için edebiyat, hayatın anlamını sorgulamaktır; entellektüel bir uğraşın çok ötesinde ağır yüktür, büyük sorumluluk, hatta kehanettir. Meğer ki, yaşanan hayata dönük olsun, güzel cümleler, iyi tasvirler hatta edebî zekâ beni etkilemiyor. Soljenitsin’in dediği gibi, “Dürüst insanlar belâgatın arkasına saklanmazlar.”

2023 “Gogol’un İzinde” Rusya’yı yazmanızın sebepleri nelerdir? Sâdece kuzeydeki heyulâyı tanıma ve anlama gayreti mi? 4 ciltlik bu serüven sürecinde ve neticesinde okuyucunun Gogol’un izinde nereye ulaşmasını bekliyorsunuz?

Alev Alatlı
Şundan yirmi yıl öncesine kadar bir yüksekteknoloji imparatorluğuydu Rusya. 1980’li yılların başlarında, Sovyet bilim adamlarının sayısı üç buçuk milyondu ki, bu dünya toplamının yüzde yirmisine tekabül eder. Yetmiş yıl içinde, köylü toplumundan yüksekteknoloji toplumuna bu dönüşüm, insanlık tarihinin en görkemli ve en trajik süreçlerinden birisidir. Ve sonra aynı Rusya, yıllarca sürdürdüğü kalkınmanın meyvelerini çürümeye terk etmek durumunda kalır, “Üçüncü Dünya” olarak adlandırılan ülkelerin saflarına kaymak tehlikesiyle karşılaşır ki, bu da yakın dünya tarihinin en kayda değer fenomenidir. Tanık olduğum süreci yazmadan edemezdim. Türk aydınlarının asırlardır süren ihmalini bir çırpıda telafi etmeğe mi çalışıyorum, nedir?

2023 Özellikle “Schrödinger’in Kedisi” isimli iki eserinizde ve sonra yazdığınız makalelerde; Aydınlanmaya, Newtonyen dünya algılamasına yönelik ciddî eleştiriler getirdiniz. Bugün pek çok kimsenin diline pelesenk olan kuantum dünyasını romanınızda işleyerek, Türk aydınının ve okuyucusunun dikkatlerini buraya çektiniz. “Aydınlanma değil, Merhamet!” isimli ilk kitabınızda Rusya’nın Aydınlanma paradigması ile yaşadığı hükümsüzleştirmenin örneklerini veriyorsunuz. Nedir Aydınlanma ile olan kavganız?

Alev Alatlı
Kibir. “Avrupa Aydınlanması” dediğimiz gelişimin “kibiri”dir. Bu kibirdir ki, öteki kültürleri hükümsüzleştiriyor, anlamsızlaştırıyor. Tek düze bir anlayışa zorluyor. Ve nihayet, olay, “Bu gezegende ‘Doğulu’ olmak demek, bitmez tükenmez ‘reformlar’ın saldırısına mâruz kalmak, nafileliği kabullenmek demektir” noktasına kadar geliyor. Meğer ki, ıslah edilsin, bu anlayışın gezegeni yok olmaya götürdüğünü gördüğümü zannediyorum.

Onlarda “Yeni Ruslar”, Bizde “Liboşlar”

2023 Bir söyleşinizde, “Meğer Rusya, benim Türkiye kitabımmış da haberim yokmuş” diyorsunuz, karşılaştığınız Rusya’dan yola çıkarak Türkiye yönelik elde ettiğiniz veriler nelerdir?

Alev Alatlı
Rusya’nın Deli Petro’dan bu yana “Batılılaşma” çabası, Bolşevik devriminin sanayileşme atağı, Türkiye için fevkalâde öğretici unsurlar içerir. Bugün geldikleri nokta da öyle. Meşruiyetini ve güvenilir tabanını kaybetmiş, aşırı derecede yıpranmış, sâdece halkının desteğinden değil, bürokrasisini dolduracak güvenilir insan kaynağından da yoksun bir devlet gücü... Entelektüel bir boşluk içinde, temsil ettiklerinin ihtiyaçlarını dillendirmekten aciz, bir o kadar zayıf ve dezorganize muhalefet... “Şok tedavisi” ve “özelleştirme” ile yaratılan, ülke çıkarlarını hiçe sayan “Yeni Ruslar” diye birileri... Medya’yı kontrol eden finansman çevreleriyle Kremlin arasındaki “enformasyon savaşları” arasında bölünmüş bir halk... Kendi hükümetleri ile yabancı bir güçmüşçesine pazarlık eden ekonomi seçkinleri... Rusya’nın bir “haydut devlet” hâline geldiğini söyleyen bir Duma sözcüsü, Gennadi Seleznev; “Hamasî belâgat, ekonomik maceracılık ve geniş çaplı hırsızlık Rus gerçekliğinin uzun vadeli değişmezleri olacaktır” diyen, Yegor Gaidar gibi bir adam ki, kendisi IMF’nin Rusya temsilcisidir. Bütün bunların bize bir şeyler söylüyor olması lâzım. Nihayet, türdaşlarımızla paylaşmadığımız hiçbir niteliğimiz yoktur.

2023 Yeni Ruslar olarak kitabınızda anlattınız ve Glasnost ve Perestroyka sonrasında zuhur eden grubun Türkiye’de 12 Eylül sonrası hâkimiyetini tesis eden zihniyetle bir paralelliği söz konusu mudur?

Alev Alatlı
Elbette. Ancak, 12 Eylül olmasaydı da bu böyle olurdu. Bakın, 80’ler, radikal liberaller Thatcher’in, Reagan’ın başta olduğu, neoliberalizmin dünyadaki son çâre olarak takdim edildiği yıllardır. Biz, yetmiş beş sente muhtaçken, SSCB’de de her şey kötü gidiyordu. Ekonomik çöküşün izleri Brejnev’den itibaren belirmeye başlamıştı. Diyeceğim, bizim gibi onlar da liberal reçetelere sarıldılar. Ne ki, ekonomikliberalizm şişede durduğu gibi durmuyor. Onlarda Yeni Ruslar’ın, bizde deyiş yerindeyse “liboşlar”ın belirmesi kaçınılmazdı.

2023 Türkiye ve Rusya arasındaki benzerlikler, acaba Batı’nın karşısında yenilgiye uğramış bütün ülkelerin ortak acılarına, ortak kayıplarına delâlet eder mi?

Alev Alatlı
Hem evet, hem hayır. Bizim ya da Rusya’nın sorunları bir Somali’ye, bir Pakistan’a benzemez. Ne onlar, ne de biz koloni olduk, tam tersine güçlü imparatorluklarımız vardı. Üstelik bizim Asya gibi ortak bir arka plânımız var.

2023 Rusya üzerinden Türkiye’yi okumaya çalışmak bizim gibi bir çok ülkenin aynı süreçten geçtiğinin, değerlerinin hükümsüzleştirildiğinin altını çizerek küresel bir hükümsüleştirme projesi karşında mağdurların bir araya gelebileceği ve mazlum milletler koalisyonu olarak belki adlandırılabilecek bir yapı kurabileceği şeklinde bir arka plâna sahip mi? Küreselleşmenin araçlarına malzeme temin eden zihniyetin yeryüzündeki değerleri birbirine benzetmeye çalışmasına karşı bir savunma hattı oluşturmak, küreselleşmeye yön veren hâkim paradigmayı çökertmek mümkün mü?

Alev Alatlı
Az önce de belirttiğim gibi, Rusya belki de bize ayna tutabilecek tek ülke. Ayna pırıl pırıl bir ayna değil tabiî ki, çok büyük anlayış farklılıklarımız var. Hep olmuş ve olacak. Ama başka ülkelerle kıyasladığımda sürecin benzer yanları daha çok. Bunların en önemlilerinden birisi ne onların, ne de bizim “mazlum” kavramına pek uymadığımız. Öte yandan, küreselleşmeye karşı duruşun tek cephe hâlinde muhalefetle değil, tam tersine dağınık kalmakla mümkün olacağını düşünürüm. Deyiş yerindeyse, cepheyi birleştirmek değil, dağıtmak lâzım. Dostane ama ulusların “bireysellik”ine saygı duyan bir birliktelik. Rusların “sobornost” dedikleri kavram belki, nefislerüstü, gönüllü birliktelik. Aksi, “iki kutuplu” dünyaya geri dönüş gayreti olur ki, bu saatten sonra mümkün olmadığını sanıyorum.

Devamı 2023 Dergisi'nde|

 

Alev Alatlının son kitabı Aydınlanma Değil Merhamete göre, Karl Marx Sabetayist, Engels, Lenin, Herzen ve Troçki de mason
 

Fatih YAŞLI / 09.09.2004 / RADİKAL

Alev Alatlı'nın son kitabı "Aydınlanma Değil Merhamet"e göre, Karl Marx Sabetayist, Engels, Lenin, Herzen ve Troçki de mason Sabetayizm mevzuunun yalnızca islami çevrelerde tartışılan bir konu olmaktan çıkıp daha geniş bir okur yazar kitlesinin gündemine oturması Yalçın Küçük'ün artarda yayımlanan kitapları ile söz konusu oldu. Bu kitaplar öylesine etkili olmuştu ki, tanıdığım birçok insanın, işi biraz da şakaya vurarak, Küçük'ün verdiği Sabetayist isimsoyadı listelerine baktıklarına ve böylelikle kendilerinin Sabetayist olup olmadıklarını anlamaya çalıştıklarına şahit oldum; aynı şeyi kendim de yaptım ve hemen herkes gibi benim ismimin de listede olduğunu gördüm. Şimdi bu listeye bir isim daha, üstelik yurtdışından bir isim daha eklendi: Karl Marx. Üstelik eklemeyi yapan Yalçın Küçük değil, son günlerde en az onun kadar popüler bir isim olan Alev Alatlı.
Alatlı'nın yeni kitabı "Gogol'un İzinde" dörtlemesinin ilk cildi "Aydınlanma Değil Merhamet" geçtiğimiz ay piyasaya çıktı ve baskı adedine bakılırsa büyük bir ilgiyle karşılandı. Ancak bu satış başarısına karşın, Türk mütefekkirler henüz yaz rehavetinden sıyrılamamış olacaklar ki, kitap üzerine benim görebildiğim kadarıyla henüz yeterince yazı yayınlanmadı. Halbuki hem edebiyat eleştirisi açısından hem de Alatlı'nın ileri sürdüğü birçok iddia nedeniyle "Aydınlanma Değil Merhamet"in yoğun bir şekilde tartışılması gerekiyor. Böyle bir tartışma için ise, yazarın kitapta Marx'a ilişkin söyledikleri bir çıkış noktası olarak ele alınabilir.

Büyük bomba

Alatlı, 501 sayfalık kitap boyunca, Rus tarihinin ve toplumunun pek bilinmeyen yönlerine eğiliyor ve "derin Rusya"ya ait gözlemlerini bir Türk aydını ile onun Rus dostlarının perspektifinden bizlere aktarmaya çalışıyor. Mevzu elbette ki çoğu kez, sosyalizme, Ekim Devrimi'ne ve Bolşeviklere geliyor, oradan da Marx'a uzanıyor. Ancak, Alatlı "büyük bombayı" en sona saklıyor. Kitabın bitmesine sadece sekiz sayfa kala, kitabın anlatıcı rolünü de üstlenen kahramanı Güloya, bir Rus prensi olan arkadaşı Aleksi'ye soruyor: "Marx, farmason muydu?" Aleksi şöyle yanıtlıyor bu soruyu: "Fransız Büyük Doğu Locası. Karl Marks, otuz ikinci derece farmasondu. Engels, Lenin, Stalin, Herzen, Troçki de Grand Orient'ten." Ancak, konu burada kapanmıyor. Yedi sayfa sonra, Güloya'nın bir başka arkadaşı Nadya şu yorumda bulunuyor Marx'ın masonluğu hakkında: "Otuz ikinci derece, Büyük Doğu Locası. Dedesi hahamdı, amcası hahamdı, annesi Meier Katzellenbogen'in ahfadından, tüm sülalesi hahamdı. Marx, o kitabı Frank'ın reformlarına bilimsel altyapı teşkil etsin diye yazdı." Frank'ın kim olduğunu ise Aleksi'den öğreniyoruz: "Jacob Frank. Sabetayist Frankist tarikatının kurucusu."
Marx'ın Yahudiliği üzerinden yürütülen spekülasyonları, bir arama motoruna Marx ve Yahudi sözcüklerini yazarak, bazı internet siteleri üzerinden takip edebilirsiniz; hatta bu sitelerden Marx'ın "satanist olduğunu" da öğrenebilirsiniz! Ancak Marx'ı Sabetayist ilan etme onuruna, en azından bu topraklarda, ilk olarak Alev Alatlı'nın nail olduğunu söyleyebiliriz: Marx masondur ve Frankist tarikatının da üyesidir, tarikatın kurucusu Frank ise Sabetayisttir, dolayısıyla Marx da Sabetayisttir.

Bu noktada, ilk olarak, yazarın bir roman yazdığından, bu iddiaları dile getirenin onun roman kişilerinden biri olduğundan ve kurgusal bir metnin mutlaka gerçekleri dile getirmek zorunda olmayışından bahsedilebilir. Ancak bu, söz konusu olan tarihsel bir kişilik ise kesinlikle geçerli ve ahlâki değildir. Üstelik yazar, kitaba epigraf olarak Mark Twain'in "Gerçek, kurgu'dan daha acayiptir, çünkü kurgu, olabilirlikleri gözetmek durumundadır; gerçeğin öyle bir zorunluluğu yoktur" sözünü seçerek anlattıklarının gerçek olduğunu zaten söylüyor. Dolayısıyla "sadece" Alatlı'nın kahramanları değildir Marx konusundaki iddiaların sahibi, Alatlı da inanıyor kendi yazdıklarına ve dolayısıyla konunun muhatabı durumundadır.
Sosyalist komplo
İkinci olarak söylenebilecek olan ise "Evet ne olmuş?" minvalindedir: "Ne olmuş Marx masonsa ya da Frankist ise? Bu Marx'ın felsefesini ya da teorisini çürütmez ki!" Bu itiraz da kanımca son derece yanlıştır. Çünkü Alatlı, örneğin Marx'a ait bir zaaftan ya da bir davranış bozukluğundan, yani onun felsefesini doğrudan ilgilendirmeyen bir olgudan bahsetmiyor ki, basitçe "bu neyi değiştirir?" diyebilelim. Marx'ın mason olduğunu ya da bir tarikat üyesi olduğunu söylemek bir anda hem onun teorisini hem de siyasi pratiğini geçersiz kılmak, hadi Alatlı'nın o çok sevdiği sözcükle söyleyelim "hükümsüzleştirmek" değilse nedir? Tarihsel materyalist felsefenin kurucusu bir düşünürü, gizli bir tarikatın üyesi, enternasyonalin kurucusu bir eylem adamını, bir mason ilan ettikten sonra geride sahiden de hükmü olan bir şey kalmamış demektir. Ve elbette ki Marx'ın takipçileri olan isimleri, Engels'i, Lenin'i ve diğerlerini mason ilan edip, aynı locaya üye olduklarını söylemek, sosyalizmi de büyük bir komplonun parçası yapmak ve bir kenara fırlatmaktan başka bir anlama gelebilir mi?
Alatlı eğer bu iddialarını kitabın satışını artıracak bir unsur olarak görmüyorsa ve bize "diğer ciltleri bekleyin" demeyecekse, iddialarına temel olan argümanları ve kanıtları, yazacağı bir makale ile bizlerle paylaşmalı. Ancak bunlar internetteki antisemitik ya da ezoterik sitelerdeki listelerden farklı, Alatlı'nın bilim insanı kimliğine yakışır nitelikte olmalıdır. Böyle bir makale yazılmalı, çünkü söz konusu olan herhangi bir felsefe, dünya görüşü ya da ideoloji değildir. Söz konusu olan geçmişte ve bugün milyonlarca insanın uğruna ölüme gitmekten imtina etmediği bir gelecek tasarımı, üzerine binlerce kitap yazılan bir bilim, dünyayı anlamanın anahtarını hâlâ daha elinde bulunduran bir felsefedir. Böyle bir makale yazılmalı, çünkü özellikle 11 Eylül sonrası başımıza musallat olan tüm insanlık tarihinin komplo teorileri ve dünyayı yöneten gizli güç odakları üzerinden yazılmaya çalışılması girişimlerinin de artık ciddi bir şekilde tartışılması gerekiyor. Yıllar önce Alatlı "Orda Kimse Var mı?" diye sormuştu hepimize, şimdi aynı soruyu "Aydınlanma ve Merhamet"in ardından, Alatlı'nın kendisine yöneltmek gerekiyor: Orda kimse var mı?


Aydınlanma Değil, Merhamet
Alev Alatlı - Basın Bülteni

Tarihin en büyük bir dramına tanıklık eden Kuzey komşumuz, Rusya Federasyonu, dünyanın en büyük kara parçasında on bir boylamın en karanlık karanlığının, en soğuk soğuğunun, en geniş genişliğinin, en yüksek yüksekliğinin yaşandığı ülke. Avrasya'nın korunmasız iç steplerinden, Kuzey 60. paralele doğru balta girmemiş karanlık ormanlara, "tayga" dedikleri bodur çamların, köknarların serpiştirildiği ıssıza açılan, eksi elli derecenin şaşırtmadığı, güneşin bir battı mı, bir daha doğmadığı toprakların ülkesi. Cengiz Han'dan, Lenin'e, Şeyh Şamil'den, Çariçe Katerina'ya kadar tarihe şekil veren sayısız ismi az ya da çok ama mutlaka paylaştığımız, masallarımızdaki Kaf dağından, sofralarımızdaki "mantı"ya kadar yaşamın pek çok lezzetine ortak olduğumuz ama pek az tanıdığımız sıcakkanlı, konuksever, çok iyi eğitimli insanların ülkesi.

1980li yılların başlarında dünya toplamının yüzde yirmisini oluşturduğu hesaplanan üç milyon dört yüz bin uluslararası nitelikte bilim adamıyla mağrur bir "yüksekteknoloji imparatorluğu." Ve sonra,Gorbaçev'le başlayan, Boris Yeltsin rejimi ile süren, sonuçları Rusların ezici çoğunluğu için facia niteliğinde olan "reformlar." IMF'ye teslim edilen, sanayisinin yüzde altmışını kaybeden Rusya. Yüzde bin üç yüz elliye fırlayan enflasyon, açlıktan ölenlerin günlük ortalamalarının üç rakamlı sayılara yükseldiği Rusya.

Meşruiyetini ve güvenilir tabanını kaybetmiş, aşırı derecede yıpranmış, sadece halkının desteğinden değil, bürokrasisini dolduracak güvenilir insan kaynağından da yoksun bir devlet gücü... Entelektüel bir boşluk içinde, temsil ettiklerinin ihtiyaçlarını dillendirmekten aciz, bir o kadar zayıf ve dezorganize muhalefet... IMF'nin "şok tedavisi" ve "özelleştirme" ile yaratılan, ülke çıkarlarını hiçe sayan "Yeni Ruslar" diye birileri... Medya'yı kontrol eden finansman çevreleriyle Kremlin arasındaki "enformasyon savaşları" arasında şaşkın, bölünmüş bir halk... Kendi hükümetleri ile yabancı bir güçmüşcesine pazarlık eden ekonomi seçkinleri... Rusya'nın bir "haydut devlet" haline geldiğini söyleyen bir Duma sözcüsü, Gennadi Seleznev. "Hamasi belâgat, ekonomik maceracılık ve geniş çaplı hırsızlık Rus gerçekliğinin uzun vadeli değişmezleri olacaktır" diyen bir "reformcu," Yegor Gaidar.

Bilim adamlarının üçte ikisi kaybeden, dünya yakın tarihinde, yıllarca sürdürdüğü kalkınmanın meyvelerini çürümeye terkeden, 'Üçüncü Dünya' olarak adlandırılan ülkelerin saflarına kaymak tehlikesiyle karşı karşıya kalan, muhteşem bir ülke. "Üçüncü Dünya ülkesi" yani insan hayatının gündelik gereksinimlerin ötesinde daha üstün bir anlamı yokmuş gibi yaşanması, yani tarihin kaderci bir bakış açısıyla değerlendirilmesi, ahlâki ve dolayısıyla ekonomik düzelmenin mümkün olmadığı duygusunun yerleşikliği, yoksulluğun "kader"in, anlaşılmaz ve denetlenemez tarihi güçlerin bir oyunu olduğunun sürgit vurgulanması yani kendilerine bir tas çorba edinebilecekleri parayı verecek Alman, Türk ya da Amerikalı'nın altında ter döken Moskova Fizik Enstitüsü mezunu fahişeler.

Kulak verirsek, çığlıklarını ta Türkiye'den duyabileceğimiz ayaklar altında ezilen muhteşem bir arşiv, hükümsüzleştirilmesinin acısını oturduğumuz yerden hissedebileceğimiz muhteşem bir birikim.

Rusya'nın trajedisinin hemen her tezahürünün karşılığını kendi ruhumda bulduğumu, çığlıklarımızın karıştığını ifade etmeliyim. Çocukluğumun Stalinli '50lerde, Rus sınırında, Sarıkamış'ta geçmişliğine ve '70li yıllarda yaşanılanlara karşın ya da belki de onlardan dolayı Rusya, benim için hep bir muammaydı. Hiç Rus tanımamıştım ama tank seslerini, "Stalin saldırıya geçmiş" haberlerinin SarıkamışErzurum biletlerini beş yüz liraya çıkarttığını hatırlarım ki, bu miktar, babamın maaşının bir kaç katıydı. Bir de şekerlerini, hatırlarım. Kirli beyaz renkte, taş gibi sert yumrulardı. Rusların o sert yumruları çekiçle kırdıkları, çayı kıtlama içtikleri anlatılırdı. Sarıkamışlılar da çayı kıtlama içmeyi severler, sınırın öte yanından kaçak gelen sert Rus şekerini tercih ederlerdi. Rus şekeri daha ucuz olurdu ama açıkta, çuvallarda satılır, annem pistir diye eve sokmazdı.

Sonra Heybeliada'da balığa çıkan Trostkî'nin görüntüleri, Nazım Hikmet'in Moskova radyosundan seslenişi, Rus tanklarının sardığı Budapeşte radyosunun kadın spikerinin yardım için haykırışı, TKP'nin gizemi, aşkla ama acemice okuduğum Gogol, Pasternak, Tolstoy, Dosteyevskî, içselleştiremediğim Ortodoksluk, daha da az bildiğim Slav şamanizmi, Rus ruhanîliği, tarikatleri, tekkeleri zaviyeleri, Şevket Süreyya Aydemir'in, Atilâ İlhan'ın, Kemal Tahir'in naklettikleri, Sputnik'in ihtişamına karşın daha fabrikadan çıkarken köhne Jiguli otomobiller, "Rusya, Rusya! Çıkarıp atmak istediğim ağır bir miğfer gibisin başımda!" diye dolanışım.

"Rusya, anlaşılamaz, hesaba kitaba da gelmez. Kendisine has bir kimliği vardır. Rusya'ya sadece iman edilir," diyor, Ondokuzuncu yüzyılda yazan bir Rus düşünürü, Fyodor Tyutçev. Bugün geldiğim noktada, ben kendi miğferimi başımdan atabildim mi? Hayır, ama bundan beş yıl öncesindeki kadar ağır olmadığı da muhakkak. Ancak, şimdi yeni bir yüküm var: Meğer, Rusya, benim Türkiye kitabımmış da haberim yokmuş. Görüyorum ki, yaklaşık yüz yıllık sıcak ve soğuk savaş, sadece Rusya'nın değil, dünyanın yüzünü değiştirmek içinmiş. Üçüncü milenyum içinmiş. Rusya, tarihteki rolünü oynamış, şimdi artık Rus aydınlarının rüyalarıyla gebe kalmak sırası Amerika'daymış. Bedel ödeme sırası, olgunlaşma, pişme sırası yeni Rusya'nın tarihini yazan Amerikan aydınlarındaymış. Ey ukniyem, eh ukkniyem! Türkiye tarihinin bir sonraki sahnesini Rusya'da izliyor olmaktan ürker oldum.

"Gogol'un İzinde" dörtlüsünün Rus kahramanı, Prens Aleksî Kristofoviç Zelenskî'nin dediği gibi, "Biz aydınlar, ne zekânın doğasını anlıyoruz, ne de zeki bir zihnin çıkışlarını. Madde ve maddeciliğin güdümünde olduğumuzdan, dünyanın biz olalım diye varolduğunu, evrenin başlıca mobilyası olduğumuzu unutuyoruz. Diriliş, ancak isteniyorsa gerçekleşebilir, ancak o zaman mümkündür. Meğer ki, ahmaklığın sukûnetinden olsun, bilimin, tasavvuf karşısındaki alçakgönüllü duruşunu seviyorum."
 

 

 

 
 
>